6 Ekim 2012 Cumartesi

Hakk ilmine bu âlem bir nüsha imiş ancak, Ol nüshada bu Âdem bir nokta imiş ancak


“Âdem” den murad Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. "Nokta"dan murâd Hakikatı Muhammediye'dir. Hakikatı Muhammediye, zâtı ilâhiye ayna olduğu gibi, Hakk’a ulaşmağa da vesiledir. Bu nokta, kâinatın her bir cüz'ünde
seyran eder. Yine bu nokta, kâinatın her bir cüz'ünün varlık sebebidir. Allah Teâlâ'yı zikrederek bu noktaya yani Hakikatı Muhammediye'ye vâsıl olan kimse, Allah Teâlâ'ya vâsıl olmuş demektir. Ona itaat eden Allah Teâlâ'ya itaat etmiş olur. Şânı yüce olan Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Zâhidâ sûret gözetme içeri gel câna bak



Ey Zâhid sûret gözetme içeri gel câna bak,
Yüzünde gör ne yazmış defteri Rahmâna bak.

Ey şeriat ehli kişi surete bakıp ta aldanma bu suretler kulları oyalar ve zan ile hüküm vermeye yöneltir. Mollalar sarık sararak ve cübbe giyerek suret dizeler ve kendilerine lütuf edilmesini beklerler. Hâlbuki dervişliğin nişanı bu değildir.

Dervişlik olsaydı taç ile hırka
Gider alırdık pazardan otuz beşe kırka

                                                  Yunus Emre

Gel ey sofî çıkar sofu kıl insâf


Gel ey sofî çıkar sofu kıl insâf,
Koy sûret düzmeği kıl içini sâf.

Bu mısranın açıklaması için Yunus Emre bize yol gösteriyor.


Be hey Hoca 28 hece
Okursun baştan uca
Elif dersin elifin manası nedir?

Gel Hoca ben bilirim deme
Bildiklerine gel de bye bye
Bilmediklerini kabul et hay hay

Sofi kendisini ilmi ile ibadeti ile üstün gösterir. Hırka giyer, sakal bırakır, taç takar. Zanneder ki bu hali üstündür. Kişi kendindeki enayiyeti bırakıp bu şekilcilikten sıyrılıp içini saf kılmalıdır. Çünkü insan içini temizlemeden ve benlikten kurtulmadan gerçek imana ulaşamaz.



Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz, Noktayı fehm eylemektir ilm‐ü irfândan garaz


Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş, Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş


Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân  sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Delil sorardım aslıma aslım bana delilmiş.

Dert zahiren sıkıntı ve zorluk demektir. Her işi bir hikmet üzerine olan hakkın işlerini bizler şer olarak adlandırmak ile kendi gafletimizi ortaya koymaktayız. Sonsuz hayır sahibi olan Allah (c.c) kullarına zulüm edici değildir.Bizler kendi nakıslıklarımızla sıkıntıları dert olarak adlandırıp bir üzüntü ve ümitsizlik içerisine düşeriz.
Halbuki hakkın bütün tecellileri kullarını kemalata çekmek içindir. Bizler kıt olan anlayışımızla bunu anlayamamaktayız.Ancak arif olanlar bir efendiye bende olan kişiler eğer tam olarak teslim olurlarsa her tecellide hakkı seyir edip hiç bir şeyden mahzun olmazlar.


Bulan özünü, gören yüzünü, Bir yüzü dahi görmek dilemez


Bulan özünü, gören yüzünü,
Bir yüzü dahi görmek dilemez.

Kendi özünün hak olduğunu gören kişi hakkın yüzünü görmüş olur ve bu hakikate varan bütün alemde de o yüzü seyir eder. Çünkü hakkın vechinden başka bir vech yoktur. Ancak ikilikte olanlar esmaları görürüler.Yoksa müsemmaya nazar eden esma bilmez.

Cümle esmadan müsemma görünür
Bu Niyaziden de Allah (c.c) görünür.



Şeriatin sözleri hakîkatsiz bilinmez, Hakîkatin sözleri tarîkatsiz bulunmaz.


Şeriatin sözleri hakîkatsiz bilinmez,
Hakîkatin sözleri tarîkatsiz bulunmaz.

Şeriatsiz hakkikat batıl, hakikatsiz şeriat atıldır.

Şeriati olamayan bir kul hakikatte evliyanın seri olsa hakka asidir.

Şeriat şartımızdır. Şeriat olmadan bir kul hak yolunda ilerleyemez. Çünkü fıkhı konularda eksik olan ve şeraiti uygulamalardan yoksun olan kul kamil bir insan olamaz. Tarikat terkimizdir. Burası yanlış anlaşılmasın tarikatı kötülemekte değiliz. Tarikat kişilere nefis eğitimini verir. Yani böylece nefsi şeyleri terk etmiş oluruz. Şeriat, tarikat yoldur varana Hakikat, marifet andan içeri. 

Sırf içirdi bize vahdet câmını cânânımız, Anın için bir nefes ayrılmadı mestânımız


Sırf içirdi bize vahdet câmını cânânımız,
Anın için bir nefes ayrılmadı mestânımız.

Yalnızca bize vahdet şişesini içirdi cânânımız,
Onun için bir nefeslik zaman ayrılmadı sarhoşluğumuz.

“Vahdet sırf câmını içtik” demekten murad “Ahadiyyet” makâmıdır. Diğer makâmlar sırf vahdet değildir. Cem makâmında, halk batın, hak zâhir olduğundan hem Hakk var hem halk var. Hazretül cem makamında Hakk batın, halk
zahir ki, şeriat makamıdır, burada da hem Hakk var hem halk var. Cemül cem makâmı vahdettir, iki kısma bölünür: Biri zahir, diğeri batın.

Sırrını nâdâna izhâr itme cânân elden gider


Sırrını nâdâna izhâr itme cânân elden gider
Bülbüli şûrîde olma gülsitân elden gider

Haddini bilmezlere sırrını açıklama cânân elden gider
Yanık bülbül olma gülsitân elden gider

Zamanın padişahı dervişlerin arasına istihbarat için görevli gönderdiği kişinin içine aşkın sinmesi gibi. Oysa görevlinin gayesi istihbarattır. Fakat aşkın bulaşıcılığı onu da kendine çekmiş ve sinesine ateşini düşürmüştür. O kişi, dergâhta yedi sene kalmış, kâmil bir derviş olmuştur. Fakat padişaha rapor götürmek için söz vermiştir. Yedi sene sonra dergâhtan çıkıp kendisine görev veren padişahın huzuruna çıkmıştır. “Sultanım, bu kulunuzu yedi sene evvel bir kese altınla şu dergâha görevli gönderdiniz. Orada ne oluyor, ne geliyor? Bana rapor getirin, demiştiniz. Bu kulunuz, raporunu getirdi ve görevini yaptı,” demiş. Hünkâr: “Söyle bakalım” deyince “Hünkârım, onu sonra alırsınız. Rapor dilimin altında yazılıdır. Fakat size daha önce daha başka bir şey söylemek istiyorum” demiş. “Nedir o?” “Böyle süslü püslü, bin bir türlü tecessüsün, hasetlerin bulunduğu dünya çarkının içindeki üç beş günlük dünya sultanlığı size gurur vermesin. Eğer gerçekten padişah olmak istiyorsanız siz oraya gidin, derviş olun. Oradakiler sultan. Onların sultanlıklarının dokunulmazlığı var. Öyle üç beş günlük babadan intikal eden bir hükümdarlık bir padişahlık değil. Oradakilerin hepsi sultan. Lütfen oraya gidin ve derviş olun,” demiş. Padişah; “Cellât!” diye cellâdı çağırır. Derviş olan görevli; “Tamam, ben gönüllü geldim. Cellâda başımı teslim edeceğim. Ne olur hünkârım, gelin bu üç günlük yaldızlı elbiselerin altından, binlerce etrafınızda sizden bir şeyler bekleyen müraî insanların içinde kendinizi sultan zannetmeyin. Oraya gidin.Sultanlık orada,” demiş.
Cellât, bu arada mübarek başını gövdesinden ayırır. Ağzını açarlar ve dilinin altından bir kâğıt çıkar. Kâğıdın üzerinde şu yazılıdır:
“Seri (Baş) verdi, sırrı vermedi Server Baba”
Sırra sahip olmak ile başın emniyeti kalkmıştır. Bilmek ve bilmemek sır sahibini emniyetten uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bazılarının talebi sır sahibi olmaktır. Ancak saklasa içine dert, söylese başına dert olmaktadır. Sırrı olan kamışa, söyletmek için kaç tane delik açıldı.



Nazar kıldıkça insâna gönül hayrâna dolanur


Nazar kıldıkça insâna gönül hayrâna dolanur,
Acebdir kimi Hakk ister, kimi butlana dolanur.
Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bil işin hüsrâna dolanur.
Nedendir kani olmuşsan muradı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanur.
Yeter çalındın ey hâce fenâ mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelür bu cânâ dolanur
Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgâya,
Kazandığın amel bir gün gelür mîzâna dolanur.
Başı devletlû kul oldur Hakk’ı bulmuş ola seri,
Gözü gönlü dil u cânı kamu Subhâna dolanur.
Niyâzî kulunun yâ Râb vücûdu zenbini mahv et,
Mülâzimdır kapunda ol heman ihsâna dolanur







Nazar kıldıkça insâna gönül hayrâna dolanur,
Acebdir kimi Hakk ister, kimi butlana dolanur.

İnsâna baktıkça gönül hayrâna dolanır,
Aceba kimi Hakk’ı ister, kimi batıla dolanır.  

İnsana hakkın gözü ile nazar edince kul hayret içinde kalır. Çünkü Allah (c.c) bütün insanlara her an başka bir şekilde tecelli eder. Eğer nefsi duygular içinde olursa insan celal tecellisi ile muhatap olur. Fakat ulvi düşünceler içerisinde olursa cemal tecellisi ile muhattan olur. Bu yüzden bazı kişiler kamalat ister iken bazıları da gafleti arzularlar. Çünkü her şey zıttı ile ortadadır. Bütün insanlar kemal ehli olsa hakkı örtücü olan kafir olmazdı. Herkes kafir olsaydı hakkı ortaya çıkaran mümin olan kullar olmazdı.

Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bil işin hüsrâna dolanur.

Gel ey dertsiz kişi dervişliğe duruş sâ’y eyle gel bunda
Bu hâl ile olursan bil ki işin hüsrâna dolanır.  

Kişi dert sahibi değil ise daim gaflettedir. Çünkü Mevla derdinde olan kullar daim zikir uyanıklığı ile onu arzular ve çağırırlar. Kişiye kamalat için Mevla derdi gerektir. Bundan uzak olan kişi kendisine mutlak bir eğitmen bulmalıdır ki vasılı yar olsun.
Eğer bu gaflet hali ile yaşamaya devam eder ise sonu hüsran olur.
Nedendir kani olmuşsan muradı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanur.

Nedendir kani olmuşsan muradı nefse dalmışsın,
İçine hırsı almışsan işin şeytâna dolanır.

Nefsi zevklere dalmış bunlarla sefa bulmuşsun ve karar etmişsin bunlar ile yaşama devam edersen yolun iblisliğe varır. Çünkü insan sadece et, kemik ve kandan ibaret değildir. Onun özü manadır. Kişi kendisindeki hakikati görse kendisine secde eder. Çünkü kendi özü hakkın özünden başka bir şey değildir.

Senâî kaddese’llâhü sırrahu’laziz buyurmuştur:
Sen cansın: kendini cisim sanıyorsun,
Sen ırmaksın; kendini testi sanıyorsun,

Yeter çalındın ey hâce fenâ mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelür bu cânâ dolanur

Yeter çalındın ey hoca dünya mülkün metâına,
Çok uzatma ki Azrâil gelir bu cânâ dolanır

Dünya malına meyl ettiğin yeter daha ne kadar bunlar ile oyalanacaksın.






(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' * "Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü."  Tekasur 1-2

Hakkın yarattığı her varlık bir esma ve sıfattır bunlardan geçip hakkın zatına varmak asıl maksattır. Çünkü bu dünyada görülen her şey insanın enfüsünde mevcuttur. Ve o aynadan hepsi görülür. Önemli olan ilk önce enfüste birliği sağlamak çünkü bunu sağlayan kullar dışarıda görüneninde, içeride görünenin bir akisi olduğunu anlayacaklardır.

Eğer kul bu sıfatlarla, gölgeler ile uğraşmaya devam eder ise bir gün gelir Azrail (a.s) onun canını alır ve geriye eksik bir kul olarak döner.

Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgâya,
Kazandığın amel bir gün gelür mîzâna dolanur.

Gönül verme bu dünyâya başını verme kavgaya,
Kazandığın amel bir gün gelir mîzâna dolanır.

 Bu suretler dünyasına tutunup kalma bunlar seni oyalar ve hakikati örter. İnsanın yanına kalan sadece salih amelleridir. Salih amel ise her fiilde fail olanı, her sıfatta mevsuf olanı, her mevcudatta mevcut olanı görmek ve göreninde o olduğunu bilmektir.



Başı devletlû kul oldur Hakk’ı bulmuş ola seri,
Gözü gönlü dil u cânı kamu Subhâna dolanur.

Başı devletlû kul odur ki Hakk’ı bulmuş ola başı,
Gözü gönlü dil ve cânı hep birden Subhâna dolanur.

Hakkı bulan kişi büyük devlete ermiş olur. Bütün görüşü, gönlü ruhu hep hakka nazar eder. O artık hakkın Vahdet denizine gark olmuş olur.

Niyâzî kulunun yâ Râb vücûdu zenbini mahv et,
Mülâzimdır kapunda ol heman ihsâna dolanur

Niyâzî kulunun yâ Râb günah vücûdunu mahv et,
Gerektir kapında o hemen ihsâna dolanur

İnsanın bu cismani bedeni kendisine en büyük günahtır.

Peygamber efendimiz (s.a.s) bir yolculukta iken devesinin üzerinde olana bir gence “ Oğul sen vücudun kayırma” dedi. O gençte “Neden Allah(c.c)’ ın Resulü bedenim bana günah mıdır?” diye sorunca “Evet bedenin sana en büyük günahtır” buyurmuştur.








Evet, bu alemde tek vücut sahibi vardır. O da mevlamız olan Allah (c.c) ‘ a aittir. İnsanın kendisine bir vücut atfetmesi bir şirktir. Fakat bu bedende vücut sahibini bilen kişiler içinde en büyük sevaptır.

İşte kim bu beden içindeki vücut sahibinin O olduğuna kani olursa Hakka kavuşur ve daim rahat eder.  

Hakk’ı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur


Hakk’ı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur,
Aşk oduna yanıkların eğlencesi tevhid olur.
Durmaz isim sürer dili sorar müdâm doğru yolu.
Gerçek ere diyen belî eğlencesi tevhid olur.
İzinden ayırmaz gözünü canla tutar sözünü,
Görmeğe iver yüzünü eğlencesi tevhid olur.
Halkın arasından çıkar tevhidi görmeye can atar,
Bülbül gibi daim öter eğlencesi tevhid olur.
Mal ü menâlin terk eder ehl ü iyâlin terk eder,
Hâl ile kâlin terk eder eğlencesi tevhid olur.
Dünya u ukbâ perdesin ardına atar cümlesin,
Ko mâsivâ eğlencesin, eğlencesi tevhid olur.
Mısrî’ye uyan kişinin gider çürüğü işinin,
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur.





Hakk’ı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur,
Aşk oduna yanıkların eğlencesi tevhid olur.

Hakk’ı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur,
Aşk ateşinde yanmışların eğlencesi tevhid olur.

Dünya ehli çeşitli zevklerin peşinde koşarak kendisine eğlence arar ve eğlenceyi bulduklarını zan ederler. Hâlbuki bulundukları eğlence ortamından çıktıktan sonra aynı zevkler devam etmez ve kendilerinden gidip kaybolur.

Ancak tevhid ehlinin kalbinde daim Allah (c.c) zikri olduğundan her ne işle uğraşırlarsa eğlence ve sefa içerisindedirler.

“Allah (c.c) ile birlikte olduktan sonra ölümde ömürde hoştur.” Hz. Mevlana

Aşk ateşi kimin gönül evine düşerse o evi yakıp kül eder. Fakat şiddetli ateşin sonu nurdur. Her ateş azap anlamına gelmez. Çünkü ateşin ziyası kırmızı olan rengi beyazlaştırır. İşte o yüzdendir ki aşk ehlinin eğlencesi hakkın aşk ateşidir ki o bu ateş ile piştikçe yanıp kebab olur ve yüksek lezzete ulaşır.

Durmaz isim sürer dili sorar müdâm doğru yolu.
Gerçek ere diyen belî eğlencesi tevhid olur.

Durmaz dili isim zikreder, doğru yolu devamlı sorar.
Gerçek ere kavuşan muhakkak eğlencesi tevhid olur.

Beyitte “Durmadan hem sürer dili” demek zikri dâim (devamlı Allah Teâlâ’yı anma) dir. Çünkü Cenâbı Hakk kuluna zikri ihsân etti mi ve perdesini kaldırdı mı bir daha geri almaz. Kul ancak daim zikir uyanıklığı ile hak ile sürekli birlikte olur. Bunu aramalı ve bulmalıdır. Bu bize hakkın bir emridir.

"Eğer siz bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun" (Nahl;43)



Bir hakikat efendisine ulaşıp daim zikri alanların eğlencesi tevhid irfaniyetidir.

İzinden ayırmaz gözünü canla tutar sözünü,
Görmeğe iver yüzünü eğlencesi tevhid olur.

Gözünü ayırmaz izinden, canla tutar sözünü,
Görmeğe döndürür yüzünü eğlencesi tevhid olur.

Hakka arif olanların daim görüşleri hak ile olur ve onu her tecellide seyir ederler. Ve onu bilenler daim onun emir ve yasaklarını bilirler ve emirlerini yerine getirir, yasaklarından da sakınırlar. Çünkü Hakikat ilminin özü şeriattır. Şeriattan uzak olanın hakikati de olmaz.

Bir Mürşide varmadan olmaz
Varınca sözünü tutmamak olmaz.
                                       Yunus Emre

Hakkın yüzünü görenlerin eğlencesi daim Tevhid olur. Çünkü bütün maksat varılması arzulanan menzil hakkın cemalidir.

Halkın arasından çıkar tevhidi görmeye can atar,
Bülbül gibi daim öter eğlencesi tevhid olur.

Halkın arasından çıkar tevhidi görmeye can atar,
Bülbül gibi daim öter eğlencesi tevhid olur.

Halk arasından çıkar demek avamiyetten kurtulup arifliğe doğru yol alır demektir. Bu yola baş koyanlar bir hak dostu bularak onun eğitimi altında daim zikir telkini ile bülbül gibi öterek hakka vuslat için çırpınırlar. Bu kulların eğlencesi tevhid irfaniyeti olur.

Mal ü menâlin terk eder ehl ü iyâlin terk eder,
Hâl ile kâlin terk eder eğlencesi tevhid olur.

Mal ve ele geçen şeyleri, karısını ve çocuklarını terk eder,
Hâl ile sözü terk eder eğlencesi tevhid olur.

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır. Enfal 28
Bilniz ki bu mevcudatınız ve sıfatlarınız birer fitnedir. Esas olan Hakkın vücududur ki onun vücudundan başka her şey yok olucudur. Ancak O baki kalıcıdır.

Bedenlerimiz bizim mülklerimiz yani mevcudatımızdır evlatlarımızda sıfatlarımızdır bunları terk edip gerçek sahibine döndüren kullar dillerindeki kuru davadan geçip tevhid irfaniyeti ile neşelenirler.
Ma’rifet dâ’vâsın eden müddeî bilmez mi kim,
Dildeki dâ’vâya elde hüccet ü bürhân gerek.


Dünya u ukbâ perdesin ardına atar cümlesin,
Ko mâsivâ eğlencesin, eğlencesi tevhid olur.

Dünya ve ahiret perdesini arkasına atar cümlesin,
Bırak mâsivâ eğlencesin, eğlencesi tevhid olur.

Dünya ehlinin maksudu dünyadır. Ahiret ehlinin de maksudu ahiret yurdudur. Tevhid ehlinin maksudu ise bu ikisinden uzaktır. O kişiler ki ancak Hakkın vechini görmek için derin bir tutku ile yanarlar. Esas olan da budur çünkü hem dünya ehli hem ahiret ehlinin ibadetinde riya vardır. Ancak tevhid irfanında olan kulların maksadı sadece Allah (c.c) tır.

Masiva bizi haktan uzaklaştıran her “şey” dir. O şeylerinde özü haktır fakat bunu ancak basiret sahipleri bilirler. Bu görüşe sahip olmayanlar daim bir oyalanma içindedirler. Bu oyalanmadan uzak olan tevhid ehli kişiler daim tevhid irfaniyeti ile eğlencede ve zevklerdedirler.



Mısrî’ye uyan kişinin gider çürüğü işinin,
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur.

Mısrî’ye uyan kişinin işinin bozukluğu gider,
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur.  

Bir hakikat efendisine uyan, biat eden kişilerin bütün müşkülleri gider içerisinde taşıdığı ruh kuşunun eğlencesi daim tevhid irfaniyeti olur.

Rumuz‐u Enbiyâ‐yı vâkıf esrâr olandan sor, Enel‐Hakk sırrını candan geçüp ber‐dâr olandan sor


Rumuzu Enbiyâyı vâkıf esrâr olandan sor,
EnelHakk sırrını candan geçüp berdâr olandan sor.
Yürü var ehli tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp deyyâr olandan sor.
Gehi kahrü gehi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var olandan sor.
Dilâ bu Mantık’uttayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veyahut Tayyâr olandan sor.
Anadan doğma gözsüzler kemâhi görmez eşyâyı
Niyâzî vechi dildârı ulülebsâr olandan sor.

Rumuzu Enbiyâyı vâkıf esrâr olandan sor,
EnelHakk sırrını candan geçüp berdâr olandan sor.

Nebiler sırlarının işaretlerine vâkıf olandan sor,
EnelHakk sırrını candan geçüp asılmış olandan sor.

Hazreti Ömer radiyallâhü anh buyurmuştur:
“Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile EbubekirisSıddık radiyallâhü anh birbirleriyle sohbet ederlerken aralarında Arapça konuştukları halde, sanki ben Arapça bilmiyormuşum gibi konuşulanları anlamazdım. Bunun sebebi Hazreti Ebûbekir radiyallâhü anhın “Sıddıkiyyet” makâmında olması idi. Hazreti Ömer radiyallâhü anh ve diğer sahâbe ise ancak Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Hakk’a yürümesinden sonra Sıddıkiyyet makâmına vasıl oldular.



Hazreti Ebûbekir’e Sıddıkiyyet makâmı Medinei Münevvereye hicret etmek üzere Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile Mekkei Mükerreme’den gizlice çıkıp kırda bir mağarada gizlendikleri sırada verildi.

Eğer siz ona yardım etmezseniz, biliyorsunuz ya, o küfredenler onu çıkardıkları sırada mağarada bulunan ikinin bir iken Allah Teâlâ ona yardım etmişti ki, o, arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah Teâlâ bizimle beraberdir!” diyordu.Bunun üzerine Allah Teâlâ ona manevi güç ve huzur verdi, onu görmediğiniz ordularla destekledi ve küfredenlerin kelimesini en alçak etti. Allah'ın kelimesi ise en üstün olandır. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.” Tevbe 40

İşte bu ayeti celilinin nüzulüyle Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından Ebûbekiri Sıddık radiyallâhü anh hazretlerine Sıddıkiyyet makâmı telkin olundu. “Velâyet makâmı” (velilik makâmı) halk ile olduğu vakit halk ile Hak ile olduğu vakit Hakk ile olmaktır. Sıddıkiyyet makâmı ise yalnız Hak ile olmak, halk ile olmamaktır. “Kurbet makâmı” (yakınlık makâmı) ki, Sıddıkiyyet makâmından daha âlâdır, hem Hakk ile hem de halk ile olmaktır.





Ebû Yezidi Bistâmî kaddese’llâhü sırrahü’lazîz kurb makamına varınca kendisine: “Bize ne hediye getirdin” diye nida olundu. O da: “Ey Şah hazinende olmayan dört şey getirdim: Yokluk, ihtiyaç, özür, günah” diye cevap verdi.
Ebû Yezid dedi ki, böyle deyince, bana:
“Kapıdan gir, çünkü sen bize büyük bir hediye getirdin” denildi. İçeri girince,bu makamda kendimden başkasını göremedim. Bunun sebebini sordum.
Bana denildi ki:
“Bu herkesin makamı değil, bilakis o, vücutlarını yok eden ve varlıkta nişanı kalmayan ferdlerin makamıdır.”
Ebû Yezidi Bistâmî kaddese’llâhü sırrahü’lazîz daha sonra da buyurmuştur:
“Ben otuz yıl Hak ile konuştum, halk zannederdi ki, ben anlarla konuşuyorum”.
Bu da kendisinin Sıddıkiyyet makâmında bulunmasına bir delildir. Hazreti Ebûbekir radiyallâhü anh Kurbet makâmına Halifeliği zamanında nail oldu. İşte Niyâzîi Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz “Rumûzu Enbiyâyı vâkıfı esrâr olandan sor” demesi budur. Bakınız meselâ iki tevhid ehli birbirleriyle tevhid üzerine muhabbet ederlerken avamdan (bu hususlara vâkıf olmayan bir kimse) biri gelse,muhabbetlerine vâkıf olabilir mi ve onların konuştuklarını anlayabilir mi?





Şayet dinleyen âlim olsun anlayamaz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki onlar ne nebidir ne de şehiddirler. Ancak Allah Teâlâ katındaki derecelerinden dolayı kıyamet gününde nebiler ve şehidler onlara gıpta ederler. Onların kim olduğu sorusuna da; “Onlar aralarında ne neseb ne de maddi bir bağ olmamasına rağmen birbirlerini Allah Teâlâ için sevenlerdir. Allah Teâlâ'ya yemin olsun ki onların yüzleri nurludur ve onlar nûr üzeredirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanlar üzüldüğü zaman onlar üzülmezler”

Yürü var ehli tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp deyyâr olandan sor.

Yürü var yalnız kalmış kişilerle olanlara sorma,
Onu cân ve cihânı terk edüp yer yurt sahibi olandan sor.

Bazı tarikat ehli kişiler inzivaya çekilerek hakka yakın olmayı arzu ederler. Uzlet ederler fakat dağa çıkıp uzlet etmek için her konuda bilgi sahibi olunması gerektir. Ki aklına bir müşkül geldiğinde dağdan inip sual etmek için şehre inmek çok meşaketlidir. Bu yüzden bu yalnız kalan kullar her konuya vakıf olamazlar. Ancak Halk içinde Hak ile birlikte olan kullar buna vakıf olurlar ki onlar benlik davasından geçip bütün her şeyin bilgisinin hakkın katında olduğunu idrak etmiş kimselerdir.

Bu kişiler canını cananına vererek canlarından ve dünya sevgisinden geçerek yeni bir cana ve saltanata ulaşırlar. Ebedi yurtlarına yerleşmiş olurlar. Hakikati o kişilere sual etmek lazımdır.

Gehi kahrü gehi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var olandan sor.

Bazan kahr ve bazan lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yok olup hem var olandan sor.

Kahr ve lütuf hakkın tecelli etmesi ile kulların bunu isimlendirmesi ile ortaya çıkar. Bir işin hayır mı şer mi olduğunu ancak basiret sahipleri görür. Çünkü onlar işin sonunu başından görenlerdir. Fakat bu makamda olmayan perdeli kullar ise hakkın tecellileri karşısında daim bir ümitsizlik ve aşırı güvence içerisindedir. Eğer bu tecellilerin sırrını öğrenmek ister isen kendini Hakkın vücudunda fena edenlere ve onun vücudu ile tekrar hayat bulanlara sor.











Dilâ bu Mantık’uttayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veyahut Tayyâr olandan sor.

Ey dil, ey gönül bu kuşdilini güzel konuşanlar anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veya Tayyâr olandan sor.


Bu kuş lisanını fesâhat ehli bile anlamaz, onu sen Şeyh Attâr’dan sor. Bu zatın “Mantıkut tayr” adlı tevhide dair yazdığı bir kitâbı vardır. İşte o kitabı Şeyh Attâr’dan sor sözü kinayeli (iki şeyden birini diğerinin yerine kullanma) bir sözdür. Bir de Mantıkut tayr kuş lisanı olarak itibar olunursa, anı sen o uçandan, yani kuş olandan sor. Çünkü konuşulan sözler kuş lisanıdır, anı ancak kuş olan bilir. Tevhidi bilen kullar kuşdilini bilir. Çünkü tevhid insanlara her varlığın lisanından haber verir. Bütün yaratılanlar kendi lisanı ile hakkı zikir ederler. Ancak basiret sahibi olan kişiler buna vakıf olurlar.

Anadan doğma gözsüzler kemâhi görmez eşyâyı
Niyâzî vechi dildârı ulülebsâr olandan sor.

Anadan doğma gözsüzler olduğu gibi görmez eşyâyı
Niyâzî sevgili yüzünü görebilecek olandan sor.

İki türlü körlük vardır. Birisi görme organı özü olan gözün hakkın tecellisi ile kapalı olarak çevresindeki yansımaları görmemesi ile oluşan körlüktür. Bu Allah (c.c) izni ile tedavi edilecek bir hastalıktır.
 Ama bir de kalp gözünün körlüğü vardır ki bu ancak basiret sahibi bir efendinin eğitim ile giderilebilir. Bir kişinin kafa gözü açık olsa dahi gönül gözü kapalı ise eşyanın özünün hak olduğunu göremez. Gözü olmasına rağmen manen kördür.



“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72

Sen sevgili yüzünü gönül gözü açık olanlardan sor. Çünkü Allah (c.c) ancak gönül gözü ile görülebilir. 

Kim ki aşkın dârına ber‐dâr olur


Kim ki aşkın dârına berdâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.
Bunda uşşâkı yakan od âkibet,
Nârı İbrahim gibi gülzâr olur.
Bunda ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâslı yâr olur.
Korkma Tâmudan eğer âşık isen,
Bülbül olanın yeri gülzâr olur.
Cenneti irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.
Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “ulülebsâr“ olur.
Dünyânın lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehri mâr olur.
Sen gerekse ol cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.
Tâcü tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur.
Ger kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.
İllâ tâcu taht’a olmaz vaslı yâr,
Âdet oldur ana cân işâr olur.
Kim ki kendin yoğ ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur.




Kim ki aşkın dârına berdâr olur,
Cümle uşşâk içre ol serdâr olur.

Kim ki aşkın dârına asılmış olur,
Cümle âşıklar içinde o kumandan olur.

Kim aşka uyar ve onu gönül ordularının başına kumandan eder ise iki cihanda da daim zafer kazanır. Çünkü bu cihan aşktan zuhur etmiştir.

Bizler aşktan sudur ettik
Aşk üzerine yaratıldık
Aşka doğru yöneldik
Aşka verdik gönlümüzü
                              İbn Arabî

Bunda uşşâkı yakan od âkibet,
Nârı İbrahim gibi gülzâr olur.

Bunda âşıkları yakan ateş sonunda,
İbrahim aleyhisselâmı yakmayan ateş gibi gül bahçesi olur.

Aşk ateşi ile yanıp kimya olan kullar zahiri ateşin yakıcılığını hissetmezler. Çünkü aşk ateşi bütün benliğini kül etmiştir. Vücudu vücud ullah olan bir kul için ateş gül bahçesine döner.






Bunda ağyâr kesretinden kurtulan,
Vahdet illerinde vâslı yâr olur.

Bunda dışarının kargaşasından kurtulan,
Vahdet illerinde yâre vasıl olur.

Kesret bize hakikati gösteren aynalardır. Fakat aynaların üzeri tozlar ile kaplıdır. Bu yüzden hakikati bizlere göstermez. Ancak tevhid irafineyetinde olan kullar bir hakikat efendisinin eğitiminde bu tozları siler ve hakikati görürler. Vahdet ilinde yani iç aleminde hakkı bulanlar her yüzden onu gözlerler ve daim yar ile birlikte olurlar.


Kesretten hakka bir yol yoktur. Ancak Vahdetten hakka gidilir.

Varını dağıtmak gerek yok olabilmek için.


Korkma Tâmudan eğer âşık isen,
Bülbül olanın yeri gülzâr olur.

Eğer âşık isen korkma cehennemden,
Bülbül olanın yeri gül bahçesi olur.

Eğer hakikatten hakka aşık isen onun celalinden korkma çünkü o celalinden ikram eder. Hakkı daim zikir edenlerin yeri gülzar olur. Çünkü daim tevhid irfaniyetinde olan kullar daimi zikir uyanıklığı ile safa içerisinde olurlar.

Cenneti irfâna dâhil olanın,
Kande baksa gördüğü didâr olur.

İrfân Cennetine dâhil olanın,
Nereye baksa gördüğü sevgili olur.

Tevhid irfaniyeti ile efal, sıfat ve zat cennetlerine giren kullar her nereye baksalar daim yârini görür ve ondan başka bir şey görmez olurlar. Çünkü bu alem O’ nun efal, sıfat ve mevcudatı ile doludur.

Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “ulülebsâr“ olur.

Gözsüz olanlar o yüzü göremez,
Anı gören hep “görüş sahibi” olur.

Gözsüz olanlardan kasıt manevi göz yani gönül gözüdür. Kafa gözü ile hak görülmez. Ancak basiret sahibi olan gönül gözleri açık olan kimseler hakkı her yüzden seyir eder.
Dünyânın lezzâtına aldanma kim,
Bir gün ola cümle zehri mâr olur.

Dünyânın lezzetlerine aldanma ki,
Bir gün ola cümle yılan zehri olur.

Dünya zevki gelip geçicidir. Çünkü bütün bu var diye görünenler sadece gölgelerden ibarettir ve gelip geçicidir. Bu lezzetleri sonsuz zannedenler yanılıp bu dünya zevklerinin aslında zehirden başka bir şey olmadığını göreceklerdir.

Sen gerekse ol cihânda pâdişâh,
Bir beş on günde o târümâr olur.

Sen, gerekse o cihânda pâdişâh,
Bir beş veya on günde o perişan olur.

Bu cihanda dünya hayatında ister isen padişah ol hepsi gelip geçidir ve yok olmaya mecburdur.

“Küllü men aleyh afan veyepka vechi zülcelali vel ikram” Rahman 26

“Bütün mevcudat yok olucudur yalnızca hakkın zatı (Vechi) baki kalacaktır.

Bütün yaratılanlar onun zatında yok olmaya mecburdur çünkü vücut sahibi birdir o da yalnızca Allah (c.c) ‘ın vücududur.



Tâcü tahtı kulluğuna ol şehin,
Verir isen devletin tekrâr olur.

Tâc ve tahtı kulluğuna o padişaha,
Verir isen devletin tekrâr olur.

İbrahim Edhem kaddese’llâhü sırrahu’laziz tâc ve tahtını terk edip sonsuz devlete kavuştu, çünkü bâtınî devletliğin yanında zâhir devleti onun yanında hiçbir şey değildir.


Ger kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Kande böyle assılı bazâr olur.

Eğer kabul oldunsa şâh oldun ebed,
Nerde böyle bal satılan pazar olur.

Padişaha vasıl olan elbet olur Padişah.
                                                 Hz. Mevlana

Bir kişi kendisine atfettiği mevcudatı gerçek sahibine verir ise o zaman hak ondan daim işleyen olur. Kul ortadan kalkar ve hak zahir olur.

Ben bir kulumu sever isem onu öldürürüm ve bu bir diyet gerektirir. Onun diyeti ben olurum. Onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili ben olurum. Cemi azalarından işleyen ben olurum.  Hadisi Şerif

Bu Kurbu ferayiz zevkidir. Ki orada Hak zahir halk ise batın olur.


İllâ tâcu taht’a olmaz vaslı yâr,
Âdet oldur ana cân işâr olur.

İllâ taç ve tahtla yâre kavuşmak olmaz,
Âdet oldur ona cân haberdar olur.

Makamla veya mülk ile hakka vuslat olmaz. Çünkü bütün kullar hakkın gözünde birdir. Onlara bu makamı ve zenginliği veren O dur. O kulunun suretine değil siretine nazar eder. Ve haktan ancak O nu bütün tecellileri ile bilenlerin haberi olur.

Kim ki kendin yoğ ederse, Mısriyâ,
Yokluğun tâ gâyetinde vâr olur.

Yâ Mısri! Kim ki kendin yok ederse,
Yokluğun tâ nihayetinde vâr olur.

İnsanın yok olması demek nefsin terbiye edilerek Hakk’a kavuşmasıdır. Bu çetin savaşın galibi olmakla Hakk’ın hükümranlığı açığa çıkar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Küçük cihattan büyük cihada dönmüş bulunuyoruz” sözüne karşılık büyük cihadın ne olduğu sorulunca; Dikkat edin o, nefis mücadelesidir” buyurdu.

Nefsin isteklerden uzaklaşarak kazandığı kazanç ise yokluktur. İstememeyi istemek en büyük erdemdir. Bu yokluğun biati Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzurunda yapılmıştır. Avf İbnu Mâlik elEşca'î radiyallâhü anh anlatıyor:
"Biz Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzurunda 7 veya 8 veyahut da 9 kişiydik.
"Allah Resulü'ne biat etmiyor musunuz?" dedi. Ellerimizi uzatarak: "Hangi şartlara uymak üzere biat edeceğiz ey Allah'ın Resûlü?" dedik.
 Şu cevabı verdi:




"Allah'a ibadet etmek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak (verilen emirlere) kulak verip itaat etmek ve bu sırada gizli bir kelime fısıldayarak devamla "Halktan hiçbir şey istemeyin" buyurdu. Avf İbnu Malik ilâveten der ki, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineğinin üzerinde iken kazara kamçısı düşse kimseye "Şunu bana verir misin?" diye talepte bulunmaz (iner kendisi alır)dı."

İstek ve arzular ikiliğin bir göstergesidir. Allah (c.c) ile bir olanın arzu ve isteği olmaz.

Bilenler vech‐i cânânı bu cism ü cânı neylerler,


Bilenler vechi cânânı bu cism ü cânı neylerler,
Görünse şemsin envârı mehi tâbânı neylerler.

Bilenler cânânın yüzünü bu beden ve cânı neylerler,
Görünse güneşin nurları parlayan ayı neylerler.

Hakkın vechini gören kulda karar kalmaz. O daim onun seyri için hakka yalvarır ve ancak onun seyrinden zevk alır. Kamil insan bir kez hakkı buldu mu suret olan bu dünyayı gözünden siler. Daim hakkı arzu eder ve onun tecellilerini izler. Bu beden ve canın özü canandır. Onu bulan bu et parçası ve kemik ve kandan olan bedeni ne eylesin. Güneşin nurlarından maksat zattır. Ay Muhammedi zatı ilahiyenin yansıması olan sıfatı ilahiyenin mazharıdır. Kemalat sıfatlarda değil zattadır.


İnile ey derdli gönül inile, Ehl‐i derdin inleyecek çağıdır


İnile ey derdli gönül inile,
Ehli derdin inleyecek çağıdır.
Gel timâr et yareni sen aşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.
Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.
İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır.
Sen nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.
İnlemek sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.
Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden,
Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.
Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehli gurûr,
Hakk’ı anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır.

İnile ey derdli gönül inile,
Ehli derdin inleyecek çağıdır.

İnile ey derdli gönül inile,
Ehli derdin inleyecek çağıdır.

Gönül hakkın derdine düşünce sevgilisini daim yad eder ve çağırır. Bu inlemesi ona derinlerinden gelen bir istektir. Çünkü kulun özü haktır. Kul kendi özünü seyre dalar ise ona aşık olur ve daima onu ister.
Hakikata kavuşan kul için artık gaflet ile geçireceği zaman yoktur. Dert ehli olan kullar daima dert ateşi ile yanmaktadırlar.

Gel timâr et yareni sen aşk ile
Yarelerin onulacak çağıdır.

Gel sen yaranı aşk ile tedavi et
Yaralerin şifa bulacağı zamandır.

Gaflette olan kul hastadır. Manevi hastalığında tek devası aşktır. Aşk kişinin her derdine devadır. Kullar aşktan doğmuştur. Aşktır kulların mayası onun ile yaralarını sararlar. Ne zamandır dertsiz gezersin ey gönül gel şimdi derdinin dermanı olan aşk ile tedavi et yaralarını.

Şol ki gafletle yatup etmez talep,
Gövdesinde yok mu ola canı aceb.

Şu ki gafletle yatıp talep etmez,
Acaba gövdesinde yok mu ola can.

Şol kimse ki gafletle yatıp kalkar ve hiç derd etmez, merak etmez. Anın gövdesinde canı yok mudur diye şaşılır. Çünkü ayeti celilide Cenâbı Hak:  O'na yedi gök ve yer ve onlarda olanlar tesbihte bulunurlar ve hiçbir şey yoktur ki, illâ O'na hamd ile tesbihte bulunur. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. Şüphe yok ki, O halîmdir, gafûrdur, anlayamazsınız.”


Gerek cemadat denilen cansız sanılan taşlar vesâire ve gerek hayvanlar ve gerek sair her ne kim var hepsi Hakk’ı anar. Bak vücûdun bile anar. İşte nabzın zikri zâtî ile “ALLAH ALLAH” der, zira her şeyin zâti zikri vardır. İmdi nice insandır ol insan ki, vücûdunun zikrinden haberi olmayan insana taaccüp olunur, yani hayret edilir, şaşılır.

“İplik iplik dikselerde ağzı dinleyenler duyar tek ses Allah (c.c) diye atan nabzımı”  NFK

İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün efgân edecek çağıdır.

İşte vahdet gülleri açıldı hep,
Bülbülün feryat edecek zamanıdır.

Vahdet birlik makamıdır. Vahdet içerisinde haktan başka varlık yoktur. Vahdet zevki içerisinde olan kullar daim Allah (c.c)’ ın tecellilerini seyir ederek zevklenirler. Vahdet gülleri açıldı dan maksat hakkın efali,sıfatı ve zatı ile tecelli etmesidir. Bülbül den murat ise ruhtur. Ruhun işi daim Allah(c.c)ladır.
Bülbül aşığının ismini zikir ederek daim feryat içerisindedir.








Sen nedîm idin ezel ol şâh ile
İmtihân için gelip sen bu il’e.

O şâh ile sen sobet arkadaşı idin ezelde
Sen bu dünyaya imtihân için geldin.

Nedîm, dost ve sadık kimse demektir. İki dost bir vücûd olursa ona nedim derler. İşte sen de Cenâbı Hak ile ezelde bir vücûd idin. Hak “Ama” makamında iken kendi mevcudatına aşık oldu ve önce Nuru Muhammediyeyi meydana getirdi. İşte bütün yaratılanların mayası olan Nuru Muhammediye bütün kesreti içerisinde barındırmaktaydı. O ezel denilen zamanda Hak ile bir ve sohbet halindeydi. Bu dünya ya kul ezelde ki dostu ile tekrar bir olmaya gelmiştir.

İnlemek sana yaraşur derd ile
Hem gözün kan ağlayacak çağıdır.

Derd ile inlemek sana yaraşır
Hem gözün kan ağlayacak zamanıdır.

Kul gafilâne dahi olsa verdiği her nefeste “HU” demekte ve hakkı zikir etmektedir. Fakat bu zikir gafilâne olarak yapıldığı için kula manevi bir zevk vermez. Ancak derd ehli olan kişiler daim zikir zevk ile Allah (c.c) ‘ı kalbi olarak gizlice zikir etmektedirler.






“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler.” Ali İmran 191

İşte derd ehli olan kullar bu ayetin ilahi manasınca dert ile sürekli Allah (c.c) ‘ı zikir ederler . Daimi zikir uyanıklığında olanlara derd ile inlemek yaraşır. Ve bu aşk ile gözünden de yaşlar döker.

Yok kararı gönlümün bilmem neden,
Kasd eder bin pâre ola bu beden,

Bilmem nedendir gönlümün kararı yok,
Bu bedenin bin parça olmasını ister,

Hakkı gören kulun bir kararı kalmaz daim bir yerden başka bir yere gitmek ister. Çünkü Allah (c.c) Rahman suresi 29 da şöyle buyurmuştur.

“Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her an yeni bir iştedir.”

Hak her an yeni bir tecelli ile tecelli etmektedir. Kulda kendini onun vücudunda yok ederse Hakkı ortaya çıkartır. Ve ondan tecelli eden tamamen hak olur. Bu sebeple devamlı bir kararda kalamaz.






Var ise gitmek gerek bu areden,
Aslına azmeyleyecek çağıdır.

Var ise gitmek gerek buradan,
Aslına azmeyleyecek  zamanıdır.

Bu nispeti varlıktan kurtulup öz olan hakka gitmek gerektir. Çünkü kişi bu beden zindanında kaldığı sürece hapistedir. Ve o ilahi zevklerden mahrum olarak bir ömür tüketir. Hal bu ki Allah (c.c) her şeyin aslına döneceğini bizlere söylemektedir. İster isteyerek, ister ise zorunlu olarak her şey öz olan Allah (c.c) dönüş yapacaktır.

Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Şol kişi kim olmaya ehli gurûr,

Ey Niyâzî dünyâda etmez huzûr,
Gurur eden kişi olmaya,

Gurur ehli olan kişiler benlik davasında bulunan kişilerdir. Onlar dünya ehlidirler. Onlara bu dünyada her türlü imkân sağlanacak fakat ahirette ziyana uğrayan kişiler olarak haşr edileceklerdir.
Mevlana buyurdu ki;
“Farz edelim ki, Hz. Ali kerremallâhü vecheden Zülfikar adlı kılıcı miras olarak
aldın, “Allah Teâlâ'nın Arslanı'nın kolu sende varsa göster.”



Bu söz dünyada gurur sebebinin ancak sebebinin hakikatle ilgili olduğu geçici hallerde bir değer olmadığını açıklar.  Yaratılışı şeytanî olanın melekliği mümkün olmadığına göre varlığının hakikatine ermek ile gurur edebilirsin. Niyâzîi Mısrî de dünyada bize sıkıntı veren kendine varlık verendir, demesi ile Hakkın varlığını kabul edebiliriz. Ancak Hakkı bulmayanın gurur etmesi yaraşmaz. Çünkü kulluk makamındaki gurur aptallıktır. Kibriyalık ancak Allah Teâlâ’ya ait olup kulların bundaki payı ancak O’nunla olan yakınlığının artması iledir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kudsi hadiste buyurdu ki; "Kibriya ridamdır, azamet de izarımdır."

"Sadedinde olduğumuz hadisin manası, Allah Teâlâ'nın izzet ve istiğnasının muktezası hiç kimsenin onu görmemesi olduğu halde, Allah Teâlâ'nın müminlere karş rahmeti, nimetinin bir kemali olarak veçhii İlahîsini onlara göstermesini gerektirmektedir. Mani zail olunca, insanlara, kibri yasının gereğiyle amel etmekte ve sanki Teâlâ hazretleri, onlarla aradaki engel olan perdeyi kaldırmaktadır." Niyâzîi Mısrî, bu hale ermemiş olup, bu makamdan dem vuranlardan huzursuz
olduğunu anlatmak istemektedir.







Hakk’ı anla etmeden bundan ubûr,
Mevtin elçisi gelecek çağıdır.

Hakk’ı anla bundan vazgeçme,
Ölümün elçisi gelecek zamanıdır.

Hakkı anlamak ancak tevhid zevki ile yaşayan tevhid ehline mahsustur. Hakkı buldun ise bundan vazgeçme çünkü bu dünyanın tek amacı ona ulaşmaktır. Hayat o kadar kısadır ki ölüm her an insanın kapısını çalabilir.