6 Ekim 2012 Cumartesi

Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz, Sensin âhir cümlemize müsteâz


Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.
Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz.
Cemi fark eylegil meşhûdumuz,
Cemul cem inden bize ver iltizâz.
Zevki küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz.
Bu Niyâzî bendeni etme garîb
Eyle gel tevhidi sırfda onu şâz.

Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.

Yâ İlâhî sana senden sığınırız,
Hepimize sığınılacak en son Sensin.

Sığınılacak tek varlık O dur. Çünkü bütün âlem onun isteği üzerine hareket etmektedir. Onun bir bilgisi olmadan yaprak dahi yere düşmez. Hal böyle iken başımıza gelen her tecelliyi ondan bilip yine onun merhametine sığınmalıyız. Çünkü gidilecek başka kapı yoktur.

Hz. Ali kerremallâhü veçhe anlatıyor:
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vitrinin sonunda şunu okurdu:

"Allahım! Senin gadabından rızana sığınırım, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senâyı saymaya gücüm yetmez. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin."

Yaratılmışın yaratıcısını bilme, tanıma ve kulluk etme oranı sayı ile ifade edilecek olursa sıfır makamındadır. Sıfırın kudreti yoktur. Değerini sayıların yanında iken kazanır. Kulun Allah Teâlâ’ya sığınması ve yanaşması onun kadir ve kıymetini ziyadeleştirir. Sayı sisteminde sıfırın geliş yönü sağ ve sol tarafa doğru kıyas edersek sağ tarafta büyürken sol tarafta küçülmesi artar. Onun için hep bir olan Allah Teâlâ’nın sağ tarafında bulunmak ve onun celâl sıfatlarından cemaline doğru meyletmek gerekir. O’ndan O’na sığınmak gerekir.

Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz.

Şüphe yok derd senin dermân senindir,
Derdli kullara yine sensin sığınılacak yersin.

Dert kelimesi her ne kadarda şer olarak algılansa da Tasavvuf erbabı birbirlerine “Allah sana dert versin” diye dua ederlerdi. Çünkü bu dert insanı Aşka oradan da rabbine götürür. Çünkü başımıza gelen en küçük tecellide dahi onu zikir ederek ona yöneliyoruz. Aşk derdini de kullara verecek olan yine o dur.






“Ey o bütün iyman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun: Allah onun yerine öyle bir kavm getirecek ki Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, müminlere karşı boyunları aşağıda, kâfirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanın levminden korkmazlar, işte o Allahın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah vasi'dir, âlimdir” Maide 54

Aşk önce ondan başlar o bizleri severse ancak biz onu sevebiliriz.

Cemi fark eylegil meşhûdumuz,
Cemul cem inden bize ver iltizâz.

Görüşümüzü cemi farkı eylegil,
Bize Cemul cem inden lezzet ver.

“Vuslatı olmayanın marifeti yoktur. Farkı olmayanın da kulluğu yoktur.” Yani, bir kimse Hakk’a ulaşmadıkça şeriat yolunda kalmıştır. O kimse Allah Teâlâ’yı bilmez. Bir kimse Hakk’a ulaştıktan sonra geri farka gelip kulluğunu ve zayıflığını bulmamışsa, o kimsenin kulluğu yoktur. Önceki hâli gizli şirkti, ikincisi dalâlet ve dinden dönme yoludur. Tevhit ehli hem ceme varmış hem de farka gelmiş olmalıdır.







Hüdâyî Sultan buyurur:

Şunun kim cem’i yok irfanı yokdur
Şunun kim farkı yok ilhâdı çokdur
Biri şol Türk’e benzer şehre gelmez
Biri şehr âdemi karyeye gelmez

Hakikatte kemal ehli hem köye hem şehre gelendir. Şimdi, tevhidin aslı hem cem’e varmış olmalı ve hem geri farka gelip kulluğu ve ilâhlığı birbirlerine perde yapmayıp zayıflığını anlamalı ve kullukta bulunmalıdır. Nitekim Hz. Ali kerreme’llâhü veçhe buyurur: “Cem’siz fark şirk, farksız cem’ zındıklık; ilhad, cem’ ve fark tevhiddir.”

Evliyâullahtan bir âşık, Hakk’a demiş ki; “Yâ Rab, ben yoğum, sen varsın.”
Allah Teâlâ, o kula: “Ey kulum! Güzel, beni tevhid ettin. Ya hani senin kulluğun !” demiş. Şimdi, Hakk’a kavuştuktan sonra geri farka gelip kulluğu bulup kulluğunu
ulûhiyyete perde etmemek her âşığın elinden gelmez. Son derece zordur; kâmil mürşide ihtiyaç vardır.

Ey benim canım! Niyâzîi Mısrî’nin; Müşkili çokdur Niyazi’nin velî biri de bu Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd dediği, cemden sonraki farka işarettir.




Zira cem makamında secde edenle secde edilen bir olur. İbadet eden, ibâdet edilen bir olur. Harf, ses ve söz kalmaz. Bu makamda salik, şeriatı gereğince yapamaz, ilhada meylederek gerçek inançtan sapar. Buraya ulaşan âşığın yaptığı zühde niçindir? Önce yaptığı Hakk’a kavuşmak için idi; Hakk’a kavuştu, istediğine ulaştı. “Ebrârın iyilikleri, mukarreplerin seyyiatıdır.” Yani, Hakk’ı isteyenin iyilikleri, yani ibadeti, Hakk’a kavuşan âşığa günahtır. Çünkü Hakk’a kavuşan âşığa gerek ibadetler gerekse sülük bunların hepsi şirktir. Böyle olunca sona ulaşanların ibadeti ne içindir, demektir. Şimdi, sona ulaşanlar insanı kâmildir, insanı kâmil sadece bir kuldur.

Cem-ül cem ise iki cemin birleşimidir. Burada salik her gördüğüne ister benim der isterse sensin der. Çünkü kul öze ulaşmıştır. Cevizin kabuğu değil ancak özü lezzet verir.

Zevki küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz.

Bütün zevkim ve padişah o olsun,
Bize tevhidin dâima sığınılacak makam ola.

“Cüneyd’den arif ve irfan irtibatı hakkında sordular. O da ‘Su konduğu kabın rengini alır’ diye bunu cevapladı. Yani tabir caizse aslında O, o değil, O, O’dur ama arifin sanki O oluncaya kadar Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmasını kastetmiştir.”

Kendini yoklayan kullar onu kendinde bulurlar. Ve ortada bir benlik kalmayınca hiçbir şeyden mahzun olmazlar. O yüzden sığındıkları makam hep tevhid olur.

Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhidi sırfda onu şâz.

Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Gel onu tamamıyla tevhitte eşi bulunulmaz kıl.

Kul kendini gizler ve hakkı aşikâr ederse kurtuluşa erer. Bunu da ancak tevhid ile başarabilir. Kendi varlığını yağma eden kullar gerçek var olana kavuşur ve daimi huzur içerisinde olur.

1 yorum: