6 Ekim 2012 Cumartesi

Müşkülüm var size ey Hakk dostları, eylen reşâd, Kim cevâbın vere olsun Hakk katında ber‐murat.


Müşkülüm var size ey Hakk dostları, eylen reşâd,
Kim cevâbın vere olsun Hakk katında bermurat.
Ol ne kesrettir ki anın haddi yok pâyânı yok,
Kesret içinde ne vahdettir ki ana yok idâd.
Çoktur envâı bu halkın biri insân üç bölük,
Biri ehli hayme, birisi kurâ, biri bilâd.
Üç bölükten üç bölük dâhi bölünmüş ey hoca,
Biri kâfir, biri mü’min biri ehli inkıyâd.
Kangısı Hakk’dan irağ olmuş bunların söyle gel,
Kangısı kâdir ki Hakk emrine eyleye inâd.
Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler nedir?
Nefs ü şeytân dediğin kimlerdir eylerler fesâd.
Dünyâ vü ukbâ dahi hem haşr ü neşr olmak nedir?
Bunları bildir bana hem ne dürür mebde meâd.
Ahirette cennet i nirân ü berzâh kim denir?
Bunların aslı nedendir olısar yevm’üttenâd.
Kahrü lûtfun illeti bir demenin aslı nedir,
Bu ikinin vahdeti midir acep râhı sedâd.
Yani râhat aynı mihnet, mihneti râhat mıdır,
Cümleden râzı mıdır Hakk ber târiki ıttırâd.
Hakk Teâlâ’dan yakın insâna bir şey yok denür,
Lik bildir kim dürür Allâh ya kimdir ibâd.
“Men aref“ le “mâ remeyte iz remeyte” remzini,
Fark ede gör mümkün ise bersebîli infirâd.
Müşkülü çoktur Niyâzî’nin veli biri de bu,
Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd.

Müşkülüm var size ey Hakk dostları, eylen reşâd,
Kim cevâbın vere, olsun Hakk katında bermurat.

Ey Hakk dostları beni meşgul eden sorundan kurtarın.
Bu sorum cevabını veren Allah Teâlâ katında muradına kavuşsun.

Kişinin kendisini en çok meşgul eden sorulardan bir kaçı ben kimim? Neden dünyaya geldim gibi sorulardır. Bu soruların hakikatine ulaşmak için bir efendiye intisap gerekmektedir. Bu yüzden bu soruların cevabını verenler hak katında murada erişmiş kimselerdir.

Ol ne kesrettir ki anın haddi yok pâyânı yok,
Kesret içinde ne vahdettir ki ana yok idâd.

Bu çoklukta sınır ve âlemin birliği yok.
Nasıl birçokluk ki sayılamayan bir birliği var.

“Kesret” –bir kelimesinin zıddı olacak bütün çokluk, fazlalıklardır. Burada kullanılan mana esma ve kullarda tecelli eden sıfâtların sonsuzluğuna işarettir. Çünkü Allah Teâlâ’nın tecelli eden esma ve sıfatı nihayetsizdir.









“De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. İsterse denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.” Kehf 109

“Kesret içinde sayısız olan vahdet”ten kasdedilen her şeyde onun için bir işaret vardır ki; onun bir olduğuna delâlet eder demektir.” Bir odur ki, ondan ancak bir meydana gelir.” kıstasınca varlık gerçekte birdir. Buna göre her kesrette bir vahdet itibâr olunacak. Vahdet dahi sonsuz olur. Bu itibar hakiki vahdete zıt değildir. Nitekim insâniyyet birdir. Lâkin hususi özellikleri itibariyle çok gibi olup Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi görünür. Şeyhi Ekber Muhyiddin kaddese’llâhü sırrahu’laziz Hazretlerinin “Eşyayı açığa çıkaran kimse tüm eksikliklerden uzak ve bütün yüceliklere sahiptir. O, kendisidir.” buyurdukları buna işarettir.
Bunu anlamak için basiret gerektir ki yanlış anlayıştan sakınmak gerekir. Çünkü Allah Teâlâ cevherlerin aynı ve parçaları olmaktan münezzeh ve müstesnadır. Ancak her zerrede Allah Teâlâ kemali üzere mevcududur. Fakat bu aynalarda zahir olan vücudun gölgeleridir, gerçek değildir. İşte sayılamaz vahdet bu demektir. Bu makamda yanlışa düşen çok olmaktadır.






Çoktur envâı bu halkın biri insân üç bölük,
Biri ehli hayme, birisi kurâ, biri bilâd.

Biri insan ve üç bölük olmak üzere mahlûkatın türleri çoktur. İnasanlarda hakikatlerine göre göçebe, köylü ve şehirli olmak üzere üç yerde makam tutarlar.

Halk dörttür. Melekler, şeytanlar, cinler ve insanlar.
İnsan sınıfı yüzyirmi beş cüzdür. Biri tevhid ehli, geri kalanı küfür ehlidir. Tevhid ehli dahi yetmiş üç fırka olup biri nâcî fırkası, kalanı bid’at ve dalâlet ehlidir. Ehli hayme (çadır ehligöçebe) fark’a; Köylüler, cem’e; Şehirliler, cem’u’lcem’e işaret eder.
İbnü’lArabî ise insandaki akılhevâ çatışması noktasında “ülke”nin çöl/kırsalından (bâdiye) ve şehrinden (hâdıra) bahseder. Ülkenin bu bölgelerine aklın ya da hevânın hâkim olması, insanın iyiliğini, saadetini ya da kötülüğünü, bedbaht oluşunu belirler. Zira şehir asıl olanı, tevhidi ve imanı, çöl/kırsal ise tali olan ameli simgelemektedir.



Buna göre:
1. Mahfûz ve mâsum mü’min: Şehrine ve kırsalına aklın hâkim olduğu kimse.
2. Günahkar/âsî: Şehrine akıl, kırsalına hevâ hâkim olan kimse.
3. Kâfir: Şehrine ve kırsalına hevâ hâkim olan kimse.
4. Münafık: Kırsalına akıl, şehrine hevâ hâkim olan kimse.
Burada ifade edildiği şekliyle her ne kadar münâfığın kırsalına/ameline akıl hâkim olsa da asıl olan şehir/tevhid hevânın hâkimiyeti altında harap olduğu için bunun bir önemi yoktur.
Onların amelleri çöldeki bir serap gibidir. Zira asıl harap olursa fer‘î olanın bir faydası olmaz.

Üç bölükten üç bölük dâhi bölünmüş ey hoca,
Biri kâfir, biri mü’min biri ehli inkıyâd.
Bu üç bölükte kâfir, mümin ve inkıyad Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma.
İtaat etme. İmtisal) ehli olan mukarrebler, enbiya ve veliler olarak üçe bölünmüştür.


Kangısı Hakk’dan irağ olmuş bunların söyle gel,
Kangısı kâdir ki Hakk emrine eyleye inâd.

Bu saydıklarımdan hangisi Allah Teâlâ’dan uzak ve ayrı olduğunu söyleyebilir misin?
Hangisi Allah Teâlâ’nın emrine karşı çıkabilir.

Üç bölük celâl, cemal ve kemalin görüntüsüdür. Bu üç bölükten hiçbiri de Hakk’dan örtülü değillerdir.
Hiçbiri Allah Teâlâ’nın emri olmadan yüz gösterememiş ve meydana gelememiştir.

Uzaklık kula nispetle ve zahirine izafetledir. Hakk’a ve batına nispetle uzaklık yoktur. Perde olan gaflet perdesidir. Allah Teâlâ her şeyde zahir iken, herhangi bir şeyin onu perdelemesi nasıl düşünülebilir.

Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler nedir?
Nefs ü şeytân dediğin kimlerdir eylerler fesâd.

Bütün tasarruf Allah Teâlâ’nın ise bu boş sözler ne için söyleniyor.
Nefs ve şeytân denilen şeylerde ne var ki fesâda sebep olur (diyorsun).

Bütün fiillerden işleyen Allah (c.c) tır. Bunun ispatı Saffat suresi 96 ayettir.

‘’Vallahü halekkkaküm ve ma ta'melun’’ (sizi  ve sizin fiillerinizi halk eden, cenabı haktır)

Bu ayetinde görüldüğü gibi tasarruf sahibi yalnızca o iken boş sözler etmemek lazımdır. Ben yaptım diyen kişi yaptığı işin halk edicisi olması gerekmektedir. Ancak bir tek halk edici olduğuna göre kul şirk eder. Bir kişinin iyilik ya da kötülük işlemeye gücü yoktur. Ancak Allah (c.c) kulun gönlüne nazar eder ve zuhurat sahnesine getirir.
Kötü işin yapılmasına razı değildir fakat işlemek isteyen kulunu da bundan men eylemez.
Böylece kul günahkâr olmuş olur. Ama yine bu olayın meydana gelmesi hakkın isteği iledir.

Bir gün peygamber efendimiz (S.a.s) İblis’i acele bir şekilde giderken görür. “Nereye gidiyorsun İblis” diye sorar İblis “ Allah’ ın kullarını azdırıp, yoldan çıkarmaya” bunun üzerine efendimiz (s.a.s) şöyle buyurur “Benim elimde hidayetten yana bir şey yok, senin elinde de dalaletten yana bir şey yok iken bu çaban niye” bu kıssada da görüldüğü gibi faili mutlak Allah’tır.

Dünyâ vü ukbâ dahi hem haşr ü neşr olmak nedir?
Bunları bildir bana hem ne dürür mebde meâd.

Dünyâ ve ahret, kıyametten sonra insanların toplanıp ve dağılmaları nedir?
İlk yaratılış ve ahiret için yok olma nedir bunları bana bildirir misin?

“Dünya ve ahiret” ve “haşr ve neşir” açılmaya ve gizlenmeye işarettir. Ahiret, dünyânın kalbidir. Avamın haşrı zahir ve seçkin insanların hem zahir ve hem
bâtındır. Onun için “Kıyâmetü’lârifîne dâimetün” “Ariflerin kıyameti süreklidir” buyrulmuştur. Bu nedenle kıyamet haşrı avam olanlaradır. “İnsanlar uyumaktadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.”


Bu âlemde âlemi kendi ihtiyarı ile dirilenler mecburî dirilişten önce tekrar tekrar dirilmiştir. “Ölmeden önce ölünüz.” bu sırra işarettir. “Ölen kişinin kıyameti kopmuştur.” Yani arif olanlar haşir ve neşri daha bu âlemde görürler. “Ölmeden önce ölünüz”, hükmünce o Tevhidi ef’âlde fiilerini Hakk’a verir. Tevhidi sıfatta sıfatı Hakk’a verir. Tevhidi Zat’ta zatı Hakk’a verir. Cem makamında zatı giyer, Hazretül cem’de sıfatı giyer ve Cem’ülcem makamında ef’âli giyer.
Hak’tan geldiğimiz cihetle başlangıcımız Hak’tır. Hakk’a gideceğimizden dönüşümüz de yine Hak’tır.

“İnna lillah ve inna ileyhi raciun” Bakara 156
“Biz Allahtan geldik dönüşümüz ancak onadır”

Ahirette cennet i nirân ü berzâh kim denir?
Bunların aslı nedendir olısar yevm’üttenâd.

Ahirette cennet, cehennem ve berzâh neye denir,
Bunların birbirlerine bağırma gününün aslı nedir.

Cennet ruhu simgeler çünkü onun dünya ile bir bağı yoktur. Ruh daima vahdeti arzular ve ona yönelir. Çünkü insana izafi olarak verilmiştir. Cehennemden maksatsa nefistir ki eğitilmez ise insanı en kötü yollara sokar. Kalp ise berzahı simgeler o ruhun iyi istekleri ve nefisin kötü isteklerinin toplandığı tecelli yeridir. Bir birileri ile olan münasebetleri daimi olarak devam eder.

Kahrü lûtfun illeti bir demenin aslı nedir,
Bu ikinin vahdeti midir acep râhı sedâd.

Kahr ve lûtfun bir demenin sebebinin aslı nedir,
Acaba bu ikinin birliği midir doğru yol.

“Kahr” ârizî ve itibarî ve “lutf” aslî ve hakikidir.” Rahmetim gazabımı geçti.” Bu manaya işarettir. Kahr aslî sıfat olsa rahmâniyet sıfatına aykırı ve zıttır.” Her bela, sıkıntı bir bahşiş açar. (Her mihnet ile bir hediye gelir).” Onun için kahır hakikatte lafızda gizlidir. Belâ ise lutfun aslıdır rahmete kavuşturur. Celâlin ve cemalin kudreti zâttadır. Lâkin cemal, zatın sıfatları ile muteberdir. Celâlde ise yalnız zât ile muteberdir. Cennet ehli zahir nimetler ile gıdalanırken ve cehennem ehli gıdanın yokluğu eziyetini çeker. Kahr ve lütuf insanların tabiatına göredir. Bir kimsenin tabiatına kahır olan, ötekinin tabiatına göre bir lütftur. Meselâ: Şehirlerde oturanlara göre ıssız bir köyde oturmak kahırdır, hâlbuki oranın halkı için bir lütftur. Anın kahrı şehirde oturmaktır ki, bu halde şehirlerde oturanlar için bir lütftur. Tevhit ehli kullar her fiilde fail olanın O olduğunu gördüğü zaman artık onlar için kahırda birdir, lütufta yapanın yaptıranın kim olduğundan farkındadırlar.

“Hoştur bana senden gelen gerek gül gerek diken ya hilkat yahut kefen. Kahrında hoş lutfunda”

Allahta kötülük yoktur. O safi temizlik ve iyilik sembolüdür. Onun meydana getirdiği tecelliler hep kullarının kemalatı içindir. Zahiren bir hata yaptığımızda annelerimiz hafiften kulağımızı çeker. Bu kötü bir fiil gibi görünse onun altında tamamen safi bir his yatmakta ve evladının kötü yola düşmemesi içindir. Hakta kullarını bizlerce kötü olarak adlandırılan tecellilerle uyarır ve iyilik safına geçmemizi ister. İşte şer ve hayır burada birleşerek daim hayır olur.



"Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi 216)

Sizin hayır bildiklerinizde şer şer bildiklerinizde hayır vardır. (hadisi şerif)

Yani râhat aynı mihnet, mihneti râhat mıdır,
Cümleden râzı mıdır Hakk ber târiki ıttırâd.

Yani rahat mihnetin aslı, mihnette rahatın hakikati midir?
Hakk bu birbirine uygun ve düzenli kıldığı yolda herşeyden râzı mıdır?

“Mihnet”, şanlı rütbedir.” Rahat”, en büyük fazilettir. Aslında ikisi de kemale dair bir manadır. Çalışmak bir zahmettir, ancak çalışmağa alışmış bir işçiyi işinden çeksen aylaklık ona azap verir, ancak o kimse çalışırsa rahat bulur. İşte rahatı mihnet, mihneti de rahat bilmek bu demektir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hicret esnasında mağaraya gizlendiğinde yanındaki Hz.Ebubekir radiyallâhü anh’aya buyurdu ki;
“Üzülme Allah bizimle beraberdir.”

Allah bir an dahi kullarından ayrı değildir. Çünkü “Biz kulumuza şah damarından daha yakınız” buyurarak ondan işleyenin yine kendisi olduğunu bildirmektedir.

Allah Teâlâ’ya nispetle gizli bir şey yoktur. Gizlilik kula nispetledir.

Ebu Mûsa el Eş'ari anlatıyor; “Bir gün seferde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem beraberdik. Dönüşümüzde Medine'ye yaklaştık, insanlar sesli olarak  tekbir getirmeye başladılar. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem şöyle buyurdu;

“Kendinize acıyın, siz ne sağıra ne de gaib olana dua ediyorsunuz. Sizi gören ve işiten zata dua ediyorsunuz. O sizinle beraberdir. Dua ettiğiniz zat, birinize bineğinizin boynundan daha yakındır.”

Nitekim aynada görünen suretin, bakanın hakiki vücudu değildir. Belki gölgesidir. Biri birinin aynısıdır denilse bir yönden kabul, başka cihetten ret edilir. Bu konuda tam bir anlayış gerekir, yoksa ayakların kaydığı yerdir. Vahdet demekle sâlikin vücudu, Allah Teâlâ oldu demek lâzım gelmez.
Belki tecelli ile vücudu mağlup oldu demek lazım gelir. Ancak hulul ve intikal vartalarında kalmış çoktur.

Muhyiddin İbnu’l Arabî kaddese’llâhü sırrahu’laziz Allah Teâlâ ile kulu bir görmektedir.

“Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
“Rab Haktır, kul Haktır,
Ah bilseydim, mükellef kimdir?
Kuldur dersen O yoktur,
Rab’dır dersen o nasıl mükellef olur ?”
Nice zaman da şöyle demişimdir:

“Kendisinin yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinde hayret ettim. Benim yaptığım bir iş yok (bende o iş hep) O’nun yaptığını görüyorum. Ah bilseydim mükellef kim oluyor? Her yerde ancak Allah var, Ondan başkası yok.”

“Men aref“ le “mâ remeyte iz remeyte” remzini,
Fark ede gör mümkün ise bersebîli infirâd.

“Nefsini bilen Rabbini bilir” le “Yâ, Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem kâfirlere toprak attığın vakit, sen atmadın ancak Allah Teâlâ attı”remzi ile
Bir olmayı fark ile görmek mümkün müdür?


“Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû”, “Nefsini bilen rabbini bilir” hadisi şerîfini tefsirciler telakki etmediler, çünkü bu hadisi şerif

Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vefatından sonra nakledilmiş olup, râvisi
Hazreti Ömer radiyallâhü anhdır. Bir defasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazreti Ömer ile görüştüklerinde bu hadisi söylemişlerdir. Bu hadisin doğruluğuna Kur’ânı Kerimde bir âyet var mıdır? Diye sorana;  Evet vardır.

“Nefsine ihanet edenlerden başka kim İbrahim’in millet(din)inden kaçınır? Şüphe yok ki Biz O’nu dünyada mümtaz kıldık ve şüphesiz ahirette de O, muhakkak sahihler zümresindendir.” âyeti kerimesidir. Yani “Milleti İbrahim’den olan kimse tevhidden yüz çevirmez, muhalefet etmez. Âyetteki, “Men sefihe nefsehû” demek “men cehile nefsehû” yani “Nefsini bilmeyen tevhidden yüz çevirdi.” İşte bu ayet bu hadisin doğruluğuna delildir. Bu konu ile ilgili ayet ve hadisler çok gelmiştir.” Allah Teâlâ, Âdem‘i kendi suretinde yarattı.”  “Allah Teâlâ Âdemi kendi surelinde yarattı buyurulmuştur.

Allah (c.c) ilk insan olarak Hz. Âdemi yaratmıştır. O safiullahtır. Saf ve temiz bir nefisten meydana gelmiştir. Nitekim ben hepinizi bir nefisten yaratım, ondan da eşini yarattım demektedir. İşte kul bu nefsi kendisinde bulup tanıdığında rabbini de tanır.

“Yâ, Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem kâfirlere toprak attığın vakit, sen atmadın ancak Allah Teâlâ attı” remzinde ise Muhammed hakikatinin özününde kendisi olduğunu bildirmektedir. Kul bunu ancak Vahdeti vücutta fark eder ki çünkü orada abid (kul) Mabud (yaratıcı) hepsi haktır. Çünkü kulluk keyfiyeti bu makama kadardır. Buradan sonra kulluk bir basamak yukarı nübüvvete taşınır.

İkinci beyitte geçen husus ise birliği (vahdeti) fark ile (kesrette) görmek mümkün müdür sorudur ki cevabı evet mümkündür.
Fark ehli bütün bu kesretin arkasındaki müsemmaya nazar ederek kesrette de hakkı birler.

Müşkülü çoktur Niyâzî’nin veli biri de bu,
Zâhid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd.

Veli, Niyâzî’nin müşkülü çoktur biri de budur,
Hakk’ı anlasaydı zâhid zühdü bu kadar kalmaz kıtlık gibi azalırdı.

Aziz Mahmud Hüdayî kaddese’llâhü sırrahu’laziz buyurdu ki;

Hakkı anlamak merd işidir
Aklî değil nerd işidir

Zâhid Hakk’ı anlasa Ârif olur. O vakit namaz kıl, Kur’ânı Kerim oku, hayır işle diye zühde dair şeyleri durmadan teklif etmez, çünkü zühdü zaten kalmaz. O bilir ki fail, mevsuf ve mevcut olan ancak Hakktır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder