6 Ekim 2012 Cumartesi

Aç gözün dildâra bak ref oldu yüzünden nikâb


Aç gözün dildâra bak ref oldu yüzünden nikâb,
Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden âfitâb.
Şol “sakâhüm Rabbühüm” hamrın lebinden içegör,
Katresin nûş eyleyen uşşâk ebed görmez azâb.
Otuz iki harfi bildin dört kitâbın aslıdır,
Safhai vechinde yazılmış kamû bîirtiyâb.
Mektebi irfâna gir oku bu ilmin aslını
Gör ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitap.
Her ne okursan çün otuzikiden taşra değil,
Yüzünün metnini şerh eder okuyan faslü bâb.
Her ne söz kim söylenür âlemde Türki yâ Arab,
Tut kulağın kim sanadır cümle dillerden hitâb.
Her ne kim görür gözün andan cemâli yâre bak,
Çünkü gitti ey Niyâzî kalmadı asla hicâb.

Aç gözün dildâra bak ref oldu yüzünden nikâb,
Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden âfitâb.

Aç gözün sevgiliye bak yüzünden nikâb perdeyi kaldırdı,
Parlak yüzü ara yerden karanlığı sürdü çıkardı.

“Aç gözün dildâra bak”, dildârdan murat Hak’tır. Senin yüzünden örtü kalktı.
Hak zulmeti sürdü, çıkardı aradan, o zaman sen de her şeyde Hakk’ı apaçık görürsün.

İnsanoğlu bu dünyaya yetmiş bin perde ile gelir. Bu perdeler kaldırılmadan Hakk ve hakikat görülemez. Bunun da yolu bir ehil kula gitmektir. Nasıl zahiri olarak gözümüzün rahatsızlığı için bir göz doktoruna gidiyorsak, manevi görme bozuklukları içinde bir efendiye gitmek şarttır. Çünkü bütün bu çokluk olarak görünen âlemlerin özü birdir.

İbn’ül Arabî hakikati iki açıdan görür. Allah Teâlâ’yı bütün görünen şeylerin özü sayar ve Hakk adını verir, ya da bir açıdan görünen madde sayar ve Halk olarak adlandırır. İbn’ül Arabî’ye göre, tek ve çok yalnızca bir hakikatin iki ayrı ifadesinin isimleridir. Bu tek hakikat, hakiki birlik, fakat dış evrende müşahede edilen çeşitliliktir. Hakk değişmeden kaldığı halde halk o değişmeyen varlığın değişen ve sayılmayacak kadar çeşitlilik gösteren zuhur ve tecellisidir. İbn’ül Arabî, Hakk’ın çok çeşitli şekilleri almasını şu örnekle izah eder: Su; buz, kar, buhar, dolu, yağmur, çeşme, dalga, ırmak, deniz gibi şekiller ve adlar alır. Görüntüler farklı olsa da bunların aslı sudur. İbn’ül Arabî Hakk ve evren ilişkisini “Hakk’ın dışında, evren denilen şey O’nun gölgesi gibidir, işte bu gölge mümkün varlıkların özünü oluşturur. Öyleyse, esasen insanın idrak ettiği sadece Hakk’ın vücudundan, bu evren olarak yayılan şeyden, yani O’nun zatından ibarettir. Zira ondan başka varlık yoktur.”







Şol “sakâhüm Rabbühüm” hamrın lebinden içegör,
Katresin nûş eyleyen uşşâk ebed görmez azâb.

“sakâhüm Rabbühüm” içkisini dudağından içegör,
Katresin içen âşıklar ebedi görmez azâb.

“ve sekâhum rabbuhum şarâben tahûrâ(tahûren).” “Rableri onlara tertemiz içecekler içirir.”  İnsan 21 âyeti kerimesine işaret olunuyor. Çünkü cennet ehli en önce cennette süt içecektir, zira süt ilmin suretidir. Hatta bir adam rüyâsında süt içse âlim olur, şarap içse fâsık, bal içse dâim bir kararda durur, yani doğduğu gibi değişmeden vefat eder. İşte şarabı tahûr dan (temiz şarap) murad aşkın şarabıdır. Aşkın ilk katresini içen dünyâ ve âhiret azâbından beri, yani salim olur.

Otuz iki harfi bildin dört kitâbın aslıdır,
Safhai vechinde yazılmış kamû bîirtiyâb.

Dört kitâbın aslının otuz iki harf olduğunu bildin,
Şübhesiz hepsi yüzünün sayfasında yazılmış.

Bu beyitte Niyâzîi Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz, eski Türkçe harflerin yirmi dokuzu Arap harfleridir, üçü de yani “pe, çe, je” Farsca harfleridir. Bu otuz iki harf dört kitabın aslıdır.




Bunlar: Zebûr, Tevrat, İncil ve Kur’anı Kerim’dir. Arap harflerinin her biri ilâhî mertebeleri bildirir. Meselâ “hemze” “Nûri Muhammediyye” ye, “be” harfi “Nefsi küle”, “te” harfi “Heyûla” ya vesaireyse, yani her bir harf ilâhî mertebelerden bir mertebeyi beyân eder. Farsça harflerden üçü de “Ulûhiyyet, Ahadiyyet, Vâhidiyyet” mertebelerini bildirir.

Mektebi irfâna gir oku bu ilmin aslını
Gör ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitap.

İrfân mektebine gir bu ilmin aslını oku
Dört kitabın bu ilmi nasıl içine aldığını görürsün.

İrfan mektebinden kasıt İlmi Ledün ilmidir ki buna da bir kılavuz ile girilir. Bu ilmi alanlar iki cihanda da maksut olurlar.

Niyâzîi Mısrî kuddise sırruhu’laziz İrfân sofralarında buyurdu ki;
“Ey iman edenler Allah’tan korkunuz, O’na vesile arayınız ve O’nun yolunda
mücahede ediniz ki felaha eresiniz.” (Maide 35)

Bil ki ahiret yolcusuna iki ilim lazımdır: Zahir ilim, batın ilim. Zahir ilim; sarf, nahiv, mantık, mani ve diğer alet kitaplarını okumak veya erbabından dinlemekle öğrenilebilir.


Batın ilim: halis amel, tehzibi ahlak, zikir, riyazet ve gece gündüz Allah Teâlâ yolunda mücahede ile kalbi temizleyerek elde edilebilir. Birinci ilim kalbin cehaletini giderir ama nefsi emmarenin kibir, kendini beğenme, kin, haset gibi kötü sıfatlarını meydana çıkarır. İkinci ilim, nefsi emmare sıfatlarını giderir, ruhun, af, eziyete tahammül, kötülük edene iyilik, herkesin iyiliğini istemek gibi sıfatlarını ortaya çıkarır. Birinci ilim, evin duvarına çizilen nakış gibidir. İkincisi, birinci duvarın karşısındaki duvarda bulunan cila gibidir. Bundaki nakış onda görünür. Onda, âlemde olan her şey görünür. Hatta onda Allah Teâlâ’nın cemali de görünür.

İlmi Zâhir İlmi Bâtın

İlim, bilmek manasına gelen Arapça bir kelimedir. Üzerinde çokça durulan bu kelimeyi sûfiler, ikiye ayırırlar. Birincisi kazanmakla elde edilen (zahiri) ilim. Buna kesbi ilim de denir. İkincisi de, Vehbi (Bâtıni) ilimdir. Mutasavvıflar, “İlmi ledünni (Bâtıni)” sözüyle, kula vasıtasız verilen ilmi kastederler. Onlara göre bu ilim, Allah Teâlâ’nın ilhamı ve kuluna bir öğretisidir. Nitekim Allah Teâlâ Hızır aleyhisselâma, Mûsa aleyhisselâmı vasıta kılmaksızın bir ilim vermiştir. İlmi ledünni, kulluğun, emre uymanın, Allah Teâlâ'ya karşı samimi ve doğru olup Ona tam bir şekilde boyun eğmenin ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin meşalesinde ilim elde etmede bütün gücü sarf etmenin meyvesidir...”
İlmi Batın denince şeriatın dışında ona zıt bir ilim anlaşılmamalıdır. Zira ilmi
Batın, şeriatın hakikati, özüdür ve şeriat’a uymak sureti ile ancak elde edilebilen bir ilimdir. Nitekim bu konuda İmamı Şa'ranî şöyle der: “Şeriatın ahkâmıyla halisane ibadet eden sûfî, zahiri âlimlerin bilemeyecekleri öyle ilimlere vakıf olurlar ki tarifi mümkün değildir. O, Kur'an ve Sünnet'in zahirinden hüküm çıkarmaya muktedir olduğu gibi zâhir bilginlerin anlamayacağı manalara da aşina olur.”

Sûfiler, Allah size nimetlerini zahir ve Bâtın olarak bol bol ihsan etti...”  Lokman 20 Âyetinde geçen “Batın nimetler”'den, Batın ilmini anlamışlardır. Bunun içindir ki İbnül Arabî kaddese’llâhü sırrahu’laziz, insan bilgisini aklî ve marifet olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre bilginin kaynağı akıl, marifetin kaynağı ise nefs (ruh) dir. Marifet, Allah'a yakınlık kurmak sureti ile elde edilir ve aklî bilgiden daha değerlidir. Aklî bilgi, ihtimalli iken, marifet kesin bilgidir ve İlahî kaynaklıdır.

İlmi Bâtın'ın Şer'i Yönü:
a) Kur'anı Kerim'den Deliller: Yusuf aleyhisselâmın ta Mısır'dan kokusunu alan Yakup aleyhisselâm kendisini ayıplayanlara  “Yakup, 'Ben size Allah tarafından (bana verilen bir ilimle) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi? 'dedi.” Yusuf 96




Bu ayet ve özellikle Hz. Hızır'ın, Hz. Mûsa aleyhisselâma verilenden ayrı gizli bir bilgiye sahip olduğunu gösteren Hızır'la Mûsa kısası, Allah Teâlâ'nın bazı kullarına lütuf ettiği manevî bir kavrayış ve ledünni bir ilim olduğunu ispat eder.

“Biz ona (Hızır'a) katımızdan bir ilim (Bâtıni) öğrettik” Kehf 64 âyetine dayanarak zâhir ilminden başka bir de ledunnî ilim (Bâtın) olduğunu kabul etmişlerdir. Onlara göre Hz. Mûsa'ya melek vasıtasıyla gönderilen veya herkese tebliğ etmek üzere verilen ilmi bilgiler, zahiri ilim ve şeriat ilmi; Hz. Hızır'a doğrudan ve özel olarak verilen dini bilgiler ise ledunnî ilim, hakikat ilmi veya Bâtın ilmidir.

b) Hadisi Şeriflerden Deliller:
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Harise radiyallâhü anha “Her hakkın
bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir.?” Diye sorduğunda şöyle
cevap vermişti ?:
“Ben nefsimi dünyadan men ettim. Geceleri uykusuz, gündüzleri susuz geçirdim. Sanki ben Rabbimin arşını açıkça görüyor gibiyim. Ehl i Cennetin birbirlerini ziyaret edip durduklarını temaşa ediyor gibiyim. Cehennemliklerin bağrışıp birbirleri üstüne yıkıldıklarını seyrediyor gibiyim” Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem bu cevap karşısında şöyle buyurmuştu:

“Sen işin farkına varmışsın. Anladığına iyi sarıl”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız, döşekte kararınız kalmaz, dağlara çıkardınız.” Buhari

Bu hadisi şerif, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin belli bir hutbesinde söylenmiştir.
Serrac der ki:
'Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin işaret ettiği bu ilim herkesin bileceği halk arasında mutearef ilimlerden olsaydı. 'Benim bildiğimi bilseydiniz' dediği zaman işitenler, 'senin bildiğini biliyoruz' derlerdi.” Demek ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bahsettiği ilim herkesçe bilinmeyen özel bir ilimdi.

Yine Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem başka bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İlim ikidir, biri kalpte gizlidir ki, faydalı olanı da budur.”

c) Sahabe ve Bazı Âlimlerden Deliller
Bâtın ilmine dair işaretler (deliller), sahabenin hayatında da mevcuttur.
“Eğer Kur'ân'daki Fatiha süresi hakkında konuşsaydık yetmiş deve yükü kitap olurdu.”





Yine Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin şöyle dediği rivayet edilir: “Bir kimse dünyadan yüz çevirirse Allah Teâlâ ona öğrenme olmadan öğretir. Hidayet olmadan hidayet eder, gözünü açar, onu kötülükten kurtarır.” “Bende, Kur’anı Kerim hakkında, bir kişiye Allah tarafından verilen bir anlayıştan (fehm) başka bir şey yoktur.”

Ebû Hureyre'nin radiyallâhü anhın “Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden iki kap hıfzettim. Onlardan birini yaydım. Diğerine gelince, eğer onu da yaymış olsaydım, benim şu boğazım kesilirdi.”  kelamını hatırlamak gerekir.

Sonuç olarak İlmi zâhir ile İlmi Bâtın arasındaki münasebeti maddeler halinde şu şekilde ifade etmek mümkündür:
1—İlmi zahir ile İlmi Batın temelde Kur'anı Kerim ve Sünnete dayanan, bu iki kaynaktan zuhur eden, kökü bir olan iki dal gibidir.
2—İlmi zahir ile ilmi Bâtın birbirine zıt olmayıp, biri (İlmi Batın) diğerinin (İlmi zahir) kemale ermiş şeklidir.
3—Batınsız zahir, zahirsiz batının olması düşünülmemelidir. İkisi birlikte ve bir şeyin içi ile dışı gibi anlaşılmalıdır.
4—Zâhire aykırı düşen bir İlmi Bâtın batıl olur ve kabul edilemez. Böyle bir iddia, sapıtmış olan Bâtınilerin iddiası olabilir, Müslüman’ın değil.
5—İlmi zahir, İlmi batına açılan kapı ve onun girişi mahiyetindedir. İlmi Batın ise İlmi zahir’in kemale ermiş şekli ve semeresidir.
6—İlmi batına nail olan kimse, zahiri ilimleri daha iyi anlar. Ancak İlmi zahirde kalan, İlmi batını bilemez.






7—İlmi zâhir kesbi iken, İlmi Bâtın başlangıç itibarı ile kesbi olmakla beraber sonuç itibarı ile vehbîdir.
8—Bâtınî yönü olmayan zâhir ilmi, içi boş kabuk mesabesindedir.
9—İlmi batını elde edememiş, ancak zahiri ilimler sınırında kalmış olan kimse hakikatte var olan İlmi batını inkâra kalkışmamalıdır.
10—İlmi zâhir akıl ile irtibatlı ve beş duyu ile ilgili iken, İlmi Bâtın gönül ve ilhamla ilgilidir.

Her ne okursan çün otuzikiden taşra değil,
Yüzünün metnini şerh eder okuyan faslü bâb.

Mademki her ne okursan otuz iki harften hariç değil,
Tafsil bölümü okuyan yüzünün metnini şerh eder.

Niyâzîi Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz başka yerde buyurduğu






Dağıla terkibim otuz iki harf ola tamâm
Noktai sırrım kamunun cevherine kân ola

Beyitleri ile otuz iki harften kasıt ile bütün ilimlere havi vakıf olanın insan olduğunu ve kendisini işaret buyuruyor. Hz. Mevlâna kaddese’llâhü sırrahu’lazizin

İki kişiyi aşan her sır yayılır, otuz iki dişten otuz iki orduya duyulur.

Buyurduğu üzerede zamanında Hakîkat ilimlerinin merkezi olduğuna işarettir.

Her ne söz kim söylenür âlemde Türki yâ Arab,
Tut kulağın kim sanadır cümle dillerden hitâb.

Âlemde söz Türkçe veya Arapça söylenir,
Kulağını tutarsan bütün dillerden hitâb sanadır.

Hz. Mevlâna kaddese’llâhü sırrahu’laziz buyurdu ki;

Konuşan, söz söyleyen iki kişi bile birbirinin halinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini anlar, duyar?

Ben, söz söyleyen adamın bile tespihinden gafil olursam gönlüm, sessiz seda sız bir şeyin tespihini nasıl duyar?

Âlemde bulunan her şey Allah (c.c) tespih etmektedirler.

Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tespih etmektedir. O öyle güçlüdür, öyle hikmet sahibidir (Hadid 1)

Bu yüzden söylenen bütün sözlerin muhatabı kuldur. O her an Hakka arif olmalıdır.

Her ne kim görür gözün andan cemâli yâre bak,
Çünkü gitti ey Niyâzî kalmadı asla hicâb.

Gözün ne görürse ondan cemâli yâre bak,
Çünkü Ey Niyâzî asla perde kalmadı, gitti.

Görünen her nesnenin özü Haktır. Onu temaşa etmeliyiz ve ondan gafil olmamalıyız. Allah bir kulundan perdeyi kaldırdığı zaman bütün âlemde onu gözler.


1 yorum: