Halk içre bir âyineyim
herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün
ger yahşi ger yaman görür.
Dedi ulular “levn‐i mâe levni inâ” dır şüphesiz,
Kana boyanmış göz hemin
Nîl ü Fırâtı kan görür.
Şol câhil‐ü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin
herbir sözü bürhân görür.
Medh ile zemmi âlemin
kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol
buğdayı kor saman görür.
Tuttu rikâbın ârifin nice
salâtini ulu,
Kâmil olan sultânı gör
dervişi ol sultân görür.
Dervişi Hakk yakmış iken
anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi
görmez gözü külhân görür.
Ol dilberin Mehdî adı
sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol
râhatı Rahmân görür.
Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür.
Halk içre bir aynayım herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi özün ger yahşi ger yaman görür.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Mü'min mü'minin
aynasıdır”
Niyâzî‐i Mısrî
kaddese’llâhü sırrahu’l‐azizin bu beyitten muradı
kendilerinin makâm‐ı cem içinde olup mertebe‐i irşâdda olduklarını beyândır.” Halk içre bir âyîneyim”
buyurdukları yani nefsani mertebelerde olan kötü ahlâkının hepsini güzel
ahlâka tebdil edip zahiren ve bâtınen cilalanmış bir ayna oldum. Herkes hakikî ve
manevî kendi sıfatını mertebeleri miktarınca benden müşahede eder ve ondan maksut
“O her an yaratma halindedir.” Ayeti kerimesine
mazhar olduğunu ifade eder. Meselâ “bir
âyîneyim her ân” ki; baksalar bir surette akislerini görürler
Hangi mertebede ise o sıfat ile zuhur eder. Eğer bakanın nefsinde kötü ahlak
var ise yaman (kötü‐korkunç) görür. Eğer nefsin kötü
ahlakı düzelmişse yahşi (iyi‐güzel) görür. Ben bir aynayım
ki; kâmil kemali, nakıs noksanın görür. Bu beyitten anlaşılan budur. Yine “benim vücûdum âlem‐i kübrâdır.” Bu
onsekiz bin âlem içimde tecelli eder. Benden bana bakarlar. Mükemmel kabiliyeti
olan kemalimi görür noksan olan ise noksanımı görür, demektir.
Bu beyit istekli olanlara bir uyarıdır ki; kemal
sahibi kemale bak ve her halini kemâle tatbik eyleye ki; kemal sahibi olup ve
eksik görmeden kurtulup kendi eksiklerini düzeltmene sebep olur. Allah Teâlâ
bütün yaratılmışları ihata etmiştir. Fakat bunu herkes göremez. Cahil Hakk’ı
görmemekle beraber inkâra dahi gidebilir. Mesela bunun inkârı şunun gibidir.
Bir devlet reisi ki tebdili kıyafet ederek çarşı Pazar gezer. Bunu herkes
görür. Fakat kimse bilmez. Ancak anı yakinen tanıyanlar bilir. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Ruhlar toplu
cemaatlardır. (Ruhlar âleminde) birbirleriyle tanışırlar, ülfet ederler.
Tanışmayanlar ise birbirlerinden ayrılırlar”
İşte Allah Teâlâ’da böyledir. Hakkı ilk yaratılışta
tanıyan hem görür hem bilir. Tanımayan cahilde görür amma bilmez. Şimdi o
tebdili kıyafet etmiş olan devlet reisini cahile söylesen şöyle der: “Haydi,
yahu böyle devlet reisi olur mu” der. Bu devlet reisi değildir diye inkâr eder.
Ehli zahirde aynı bunun gibidir. Hakk’ı elinle tutsan göstersen ben böyle Hakk
tanımam der. Çünkü onların zevkine göre Allah Teâlâ mükemmel şekillidir. Tevhid
ehli zevkinde ise Allah Teâlâ şekilden münezzehtir.
Dedi ulular “levn‐i mâe levni inâ” dır şüphesiz,
Kana boyanmış göz hemin
Nîl ü Fırâtı kan görür.
Ulu kişiler şüphesiz, “Suyun rengi kabın rengidir”
dediler
Kanlanmış göz Nil ve Fırat nehrini kan görür.
Cüneydî Bağdadî kaddese’llâhü sırrahu’l‐aziz Hazretlerine “Hakk nasıldır diye sual etmişler.
Şöyle buyurmuş: “levn‐i mâe levn‐i
inâ” Yani: “Suyun rengi yoktur.
Suyun rengi kabın rengidir.” Mesela bardak mavi ise su mavi görünür, kırmızı
ise kırmız, yeşil ise yeşil görünür. Bir insanın gözü ki kana boyanmışsa her
bir nehrin suyunu kan görür. Hâlbuki nehirler kan değildir. Onun gözü kan gördüğü
için kan görünür.
“Kimin gözünde varsa bir damla Hun o bütün cihanı
görür Hun”
Gözü kan içinde olanlar bütün cihanı kan görürler. Hz.
Musa’nın kavmi Nil ırmağına vardığında onu su renginde görüyorlardı. Zira onun
kavminin kalbi safi olduğu için temiz renkte su görüyorlardı. Hâlbuki Firavun
ehli ise o suyu kan renginde görüyorlardı. Çünkü onların kalbi katı ve şirk
içerisindeydi.
Şol câhil‐ü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin herbir sözü bürhân görür.
Câhil ve haddini bilmez Hakk’ı inkâr eder ve örter,
Kâmil olanlar ise kâmilin herbir sözü işaret ve delil
görür.
Kâfir kelimesinin anlamı örtücüdür. O hakikati örter.
Her yerde hazır ve nazır olan Hakkı göremezler. Cahillerde böyledir. Onlarda
cehaletlerinden dolayı kâmil insanların sözlerini anlayamazlar. Kamil olanlar
ise bu sözleri can kulağı ile dinlerler.
Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol buğdayı kor saman görür.
Âlemin övmesi ve kötülemesi kıymette bir hardal kadar
değeri yok,
Diken gibi haliyle harmanda olan buğdayı saman görür.
Kemâl sahiplerini yanında medh ve kötülemek hardal miktarı
değildir. Çünkü onlar “Tehallakû bi‐ahlâkillah” (Allah Teâlâ’nın ahlakı ile ahlaklanmışlar) dırlar.
Bu zât Allah Teâlâ’ya aynadır. Sıkıntı ve genişlik, noksanlık ve kemal, medh ve
kötülemek, sevinç ve gam onların yanında birdir. Çünkü birlik makâmına kavuşmuş
olan zâtın kemalini inkâr ve ikrardan zerre kadar kalbine üzüntü gelmez, mir’ât‐ı Hakk olmuştur. Medh ve kötülemek konuşanın kendi
sıfatıdır bilir.
Kemâl sahibi kemali ve nakıs noksanı gördüğünü bilir.
Bundan medh ve âlemin kötülemesi onun yanında hardal miktarı kadar değeri
kalmamıştır, ayn‐ı Hakk olmuştur. Medh ve
kötülemeden artık hiç üzülmez.
“Har odur” dediği nefs‐i emmâre ile vasıflı olan zâttır.
“Harman”dan
murat bu dünya âlemidir.
“Buğday”dan
murat hakikat mücevherleridir.
“Saman”dan
murat hakikate ulaşamamış değişmeceli sıfattır. Bu dünya âleminde varlık
sıfatımı tevhid rüzgârı ile savurup ve aslî cevherim olan kendimi ‐yani buğdayı‐ pâk edip şeriat
ölçeği ile ölçüp hakîkat anbârı olan kalbe koyup takva mührü ile mühürle ki; “Dünyâ
ahretin tarlasıdır” buyrulmuştur.
Tuttu rikâbın ârifin nice salâtin‐i ulu,
Kâmil olan sultânı gör dervişi ol sultân görür.
Yüce büyükler ârifin eteğini tuttu,
Kâmil olan sultânı gör, dervişi de sultân görür.
İnsanın kâmil bir kişi olabilmesi için bir arifi
billah bulması gerektir. Bulduktan sonrada onun eğitimine girip onda kendini
fena ederek. Kendisinde onu görmeli, efendisi de ona bakınca saliki kendisinde
görmelidir.
Dervişi Hakk yakmış iken anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmez gözü külhân görür.
Dervişi Hakk yakmış, sen onu yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmeyenin gözü külhân görür.
“Dervişi Hakk yakmış iken” demek Hakk’ın tecellisi bütün eşyada zahir olup dervişin
vücûd‐i mecazisini mahv edip makâm‐ı cem’de olmakla Hakk’dan kendini fark edemeyip belki
kendinden başkasını bulmaz.
İkinci mısrada “Hamâm içinde dilberi görmez
gözü külhan görür” buyurdukları
“Hamâm”dan
murat dervişin kendi vücûdudur.
“Dilber”den
murat hakiki sevgilidir. “Külhân”dan murat gönüldür. Meselâ gönül
surette vücûd içinde gizlidir. Ancak hakikatte vücutta tasarruf eden gönüldür.
Külhana benzetmek gayet ince teşbihtir. Çünkü hamam külhandan ısınır. Ancak salik
henüz gönlü külhanında Hakk aşkının âteşi ile varlık odununu yakmış ve kalbî
zikre kavuşmuş, fakat vücûdî zikrine nail olmamakla vücut hamâmında hakiki
sevgiliye tecellî ettiğini fark edemeyip ancak gönül külhanında şahidi müşahede
eyler.
Ol dilberin Mehdî adı sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol râhatı Rahmân görür.
Ol dilberin Mehdî adı şekerdir halka tadı,
Mısrî mihneti çeker onda olan Rahmân güzelliğini
görür
Teşekkür ve dualarla...
YanıtlaSil🙏⚘🙏
YanıtlaSilAllah razı olsun...
YanıtlaSilElhamdülillah.
YanıtlaSilAlloh rozi bo'lsin. O'zbekistondan salomlar
YanıtlaSiltesekkurler
YanıtlaSilÇok güzeldi. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil