6 Ekim 2012 Cumartesi

Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür


Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür.
Dedi ulular “levni mâe levni inâ” dır şüphesiz,
Kana boyanmış göz hemin Nîl ü Fırâtı kan görür.
Şol câhilü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin herbir sözü bürhân görür.
Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol buğdayı kor saman görür.
Tuttu rikâbın ârifin nice salâtini ulu,
Kâmil olan sultânı gör dervişi ol sultân görür.
Dervişi Hakk yakmış iken anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmez gözü külhân görür.
Ol dilberin Mehdî adı sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol râhatı Rahmân görür.





Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür.

Halk içre bir aynayım herkes bakar bir an görür,
Her ne görür kendi özün ger yahşi ger yaman görür.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Mü'min mü'minin aynasıdır”
Niyâzîi Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’lazizin bu beyitten muradı kendilerinin makâmı cem içinde olup mertebei irşâdda olduklarını beyândır.” Halk içre bir âyîneyim” buyurdukları yani nefsani mertebelerde olan kötü ahlâkının hepsini güzel ahlâka tebdil edip zahiren ve bâtınen cilalanmış bir ayna oldum. Herkes hakikî ve manevî kendi sıfatını mertebeleri miktarınca benden müşahede eder ve ondan maksut “O her an yaratma halindedir. Ayeti kerimesine mazhar olduğunu ifade eder. Meselâ “bir âyîneyim her ân” ki; baksalar bir surette akislerini görürler Hangi mertebede ise o sıfat ile zuhur eder. Eğer bakanın nefsinde kötü ahlak var ise yaman (kötükorkunç) görür. Eğer nefsin kötü ahlakı düzelmişse yahşi (iyigüzel) görür. Ben bir aynayım ki; kâmil kemali, nakıs noksanın görür. Bu beyitten anlaşılan budur. Yine benim vücûdum âlemi kübrâdır.” Bu onsekiz bin âlem içimde tecelli eder. Benden bana bakarlar. Mükemmel kabiliyeti olan kemalimi görür noksan olan ise noksanımı görür, demektir.



Bu beyit istekli olanlara bir uyarıdır ki; kemal sahibi kemale bak ve her halini kemâle tatbik eyleye ki; kemal sahibi olup ve eksik görmeden kurtulup kendi eksiklerini düzeltmene sebep olur. Allah Teâlâ bütün yaratılmışları ihata etmiştir. Fakat bunu herkes göremez. Cahil Hakk’ı görmemekle beraber inkâra dahi gidebilir. Mesela bunun inkârı şunun gibidir. Bir devlet reisi ki tebdili kıyafet ederek çarşı Pazar gezer. Bunu herkes görür. Fakat kimse bilmez. Ancak anı yakinen tanıyanlar bilir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Ruhlar toplu cemaatlardır. (Ruhlar âleminde) birbirleriyle tanışırlar, ülfet ederler. Tanışmayanlar ise birbirlerinden ayrılırlar”

İşte Allah Teâlâ’da böyledir. Hakkı ilk yaratılışta tanıyan hem görür hem bilir. Tanımayan cahilde görür amma bilmez. Şimdi o tebdili kıyafet etmiş olan devlet reisini cahile söylesen şöyle der: “Haydi, yahu böyle devlet reisi olur mu” der. Bu devlet reisi değildir diye inkâr eder. Ehli zahirde aynı bunun gibidir. Hakk’ı elinle tutsan göstersen ben böyle Hakk tanımam der. Çünkü onların zevkine göre Allah Teâlâ mükemmel şekillidir. Tevhid ehli zevkinde ise Allah Teâlâ şekilden münezzehtir.







Dedi ulular “levni mâe levni inâ” dır şüphesiz,
Kana boyanmış göz hemin Nîl ü Fırâtı kan görür.

Ulu kişiler şüphesiz, “Suyun rengi kabın rengidir” dediler
Kanlanmış göz Nil ve Fırat nehrini kan görür.

Cüneydî Bağdadî kaddese’llâhü sırrahu’laziz Hazretlerine “Hakk nasıldır diye sual etmişler. Şöyle buyurmuş: “levni mâe levni inâ” Yani: “Suyun rengi yoktur. Suyun rengi kabın rengidir.” Mesela bardak mavi ise su mavi görünür, kırmızı ise kırmız, yeşil ise yeşil görünür. Bir insanın gözü ki kana boyanmışsa her bir nehrin suyunu kan görür. Hâlbuki nehirler kan değildir. Onun gözü kan gördüğü için kan görünür.

“Kimin gözünde varsa bir damla Hun o bütün cihanı görür Hun”

Gözü kan içinde olanlar bütün cihanı kan görürler. Hz. Musa’nın kavmi Nil ırmağına vardığında onu su renginde görüyorlardı. Zira onun kavminin kalbi safi olduğu için temiz renkte su görüyorlardı. Hâlbuki Firavun ehli ise o suyu kan renginde görüyorlardı. Çünkü onların kalbi katı ve şirk içerisindeydi.








Şol câhilü nâdânı gör örter Hakk’ı inkâr eder,
Kâmil olanlar kâmilin herbir sözü bürhân görür.

Câhil ve haddini bilmez Hakk’ı inkâr eder ve örter,
Kâmil olanlar ise kâmilin herbir sözü işaret ve delil görür.

Kâfir kelimesinin anlamı örtücüdür. O hakikati örter. Her yerde hazır ve nazır olan Hakkı göremezler. Cahillerde böyledir. Onlarda cehaletlerinden dolayı kâmil insanların sözlerini anlayamazlar. Kamil olanlar ise bu sözleri can kulağı ile dinlerler.

Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardal değil,
Hâr o durur harmanda ol buğdayı kor saman görür.

Âlemin övmesi ve kötülemesi kıymette bir hardal kadar değeri yok,
Diken gibi haliyle harmanda olan buğdayı saman görür.

Kemâl sahiplerini yanında medh ve kötülemek hardal miktarı değildir. Çünkü onlar “Tehallakû biahlâkillah” (Allah Teâlâ’nın ahlakı ile ahlaklanmışlar) dırlar. Bu zât Allah Teâlâ’ya aynadır. Sıkıntı ve genişlik, noksanlık ve kemal, medh ve kötülemek, sevinç ve gam onların yanında birdir. Çünkü birlik makâmına kavuşmuş olan zâtın kemalini inkâr ve ikrardan zerre kadar kalbine üzüntü gelmez, mir’âtı Hakk olmuştur. Medh ve kötülemek konuşanın kendi sıfatıdır bilir.


Kemâl sahibi kemali ve nakıs noksanı gördüğünü bilir. Bundan medh ve âlemin kötülemesi onun yanında hardal miktarı kadar değeri kalmamıştır, aynı Hakk olmuştur. Medh ve kötülemeden artık hiç üzülmez.

“Har odur” dediği nefsi emmâre ile vasıflı olan zâttır.
“Harman”dan murat bu dünya âlemidir.
“Buğday”dan murat hakikat mücevherleridir.
“Saman”dan murat hakikate ulaşamamış değişmeceli sıfattır. Bu dünya âleminde varlık sıfatımı tevhid rüzgârı ile savurup ve aslî cevherim olan kendimi yani buğdayı pâk edip şeriat ölçeği ile ölçüp hakîkat anbârı olan kalbe koyup takva mührü ile mühürle ki; “Dünyâ ahretin tarlasıdır” buyrulmuştur.

Tuttu rikâbın ârifin nice salâtini ulu,
Kâmil olan sultânı gör dervişi ol sultân görür.

Yüce büyükler ârifin eteğini tuttu,
Kâmil olan sultânı gör, dervişi de sultân görür.

İnsanın kâmil bir kişi olabilmesi için bir arifi billah bulması gerektir. Bulduktan sonrada onun eğitimine girip onda kendini fena ederek. Kendisinde onu görmeli, efendisi de ona bakınca saliki kendisinde görmelidir.


Dervişi Hakk yakmış iken anı yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmez gözü külhân görür.

Dervişi Hakk yakmış, sen onu yakan sultâna bak,
Hamam içinde dilberi görmeyenin gözü külhân görür.

“Dervişi Hakk yakmış iken” demek Hakk’ın tecellisi bütün eşyada zahir olup dervişin vücûdi mecazisini mahv edip makâmı cem’de olmakla Hakk’dan kendini fark edemeyip belki kendinden başkasını bulmaz.

İkinci mısrada “Hamâm içinde dilberi görmez gözü külhan görür” buyurdukları
“Hamâm”dan murat dervişin kendi vücûdudur.
“Dilber”den murat hakiki sevgilidir. “Külhân”dan murat gönüldür. Meselâ gönül surette vücûd içinde gizlidir. Ancak hakikatte vücutta tasarruf eden gönüldür. Külhana benzetmek gayet ince teşbihtir. Çünkü hamam külhandan ısınır. Ancak salik henüz gönlü külhanında Hakk aşkının âteşi ile varlık odununu yakmış ve kalbî zikre kavuşmuş, fakat vücûdî zikrine nail olmamakla vücut hamâmında hakiki sevgiliye tecellî ettiğini fark edemeyip ancak gönül külhanında şahidi müşahede eyler.


Ol dilberin Mehdî adı sükker durur halka tadı,
Mısrî çeker bu mihneti ol râhatı Rahmân görür.

Ol dilberin Mehdî adı şekerdir halka tadı,
Mısrî mihneti çeker onda olan Rahmân güzelliğini görür

Adı mehdî olan dilber, mukaddes ruhtur ki ol mazharı hidayettir. Herkes o sevgilinin vuslatı şekerine kavuşmak isterler. Çünkü onun tadı bütün eşyayı mest etmiştir. Ancak şeker yemekle nefsin şeklini papağana değiştirir. “Mısrî çeker bu mihneti” buyurdukları nefsi mihnette ağlamaktadır.” Ol râhatı Rahman görür” buyurdukları mukaddes ruhtur ki; dâima vuslatta ve rahattadır ve her an ayrılığı yoktur. Çünkü zerre güneşin aynıdır ve güneşten ayrılığı yoktur. Varlığı güneşledir. Güneş durdukça ona dahi fena yoktur. Bakası yine güneşledir.

7 yorum: