Yâ Rab bize ihsân et
vuslat yolunu göster,
Sûrette koma cân et uzlet
yolunu göster.
Eyledi hevâ gâret oldu
işimiz âdet,
Dergâhın ulu gâyet kudret
yolunu göster.
Nefsimi hevâdan kes,
kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes halvet
yolunu göster.
Candan sana tâlip kıl her
tâate râğıp kıl
Bir Pîre musâhib kıl
hizmet yolunu göster.
Tâ’lim edip esmâyı bildir
bize eşyâyı,
Duymaya “Ev ednâ” yı
hikmet yolunu göster.
Hâr içre biter gülzâr, zâr
içre doğar envâr,
Her şeyde tecellîn var
rü’yet yolunu göster.
Şu kim ola vuslatta,
halvet bula celvette,
Bu Mısrî’ye kesrette
vahdet yolunu göster.
Yâ Rab bize ihsân et vuslat yolunu göster,
Sûrette koma cân et uzlet yolunu göster.
Yâ Rabbi! Bize ihsân et vuslat yolunu göster,
Surette koma cân et uzlet yolunu göster.
Ya rabbi bize ihsan et sana kavuşma yolunu göster. Bu
kavuşma yolu ancak ledün ilmi ile olur. Çünkü bu yol peygamber efendimizin özel
ilmidir. Sır ilmi olarak ta bilinen bu yol çok zorlu ve çetindir. Kişi önce
ortada olan bir benlik davasını yok etmelidir. Bu benin kırılması oldukça
zordur. Fakat imkânsız değildir. Kişi bütün varlığını hakka döndürerek önce
fiillerinde, sonra sıfatlarında ve en son olarak mevcudatında yok olmalıdır.
Çünkü yokluğu giymeyen varlığa ulaşamaz. Saf bir yokluk için de kişi kendi
içerisinde yolculuk yaparak kendisinde gizli olan esas beni yani hakkı
bulmalıdır.
Allah (c.c) yarattığı her insanda kendisinden bir
parça olarak sırrı gönlüne nakış etmiştir. O da hakkın öz benliğinden başka bir
şey değildir. Buna ilahi bilinçte diyebiliriz. Çünkü her şeyin bilgisi o ilahi
bilinçte mevcuttur. Kişinin ilahi bilinçle arasındaki en büyük engel ego
benliğidir. Ego benliğini aşmadığı sürece kişi hakka ve hakikate vasıl olamaz.
Çünkü hakikati kendi öz benliğinde bulmayan kişi ikilik içerisindedir. Ben
varım, kainat var bir de Allah (c.c) var diyen gerçek mana tekliğe ve ilahi
bilince ulaşamamıştır.
“Bir ben
var benden içeri” Yunus Emre
Gelişim safhasında Yunus Emre kendi içerisine nazar
ederek kendisi sandığı benin asılında başka bir ben olduğunu fark etmiştir. Ama
daha gerçek manada birliğe ulaşmış değildir. Çünkü kendisinde bir benlik olduğu
ve başka bir beninde var olduğunu söyleyerek ikiliği gidermemiş olmaktadır.
Ancak gerçek varlığın ilahi benlikten başka bir şey
olmadığını fark eden Yunus Emre bu sırra erince şu dizeleri söylemiştir.
Söz benim değildir
Kudret dilinden söyler
Söz aslını anlamayan
Sanır bu söz benden gelir
Artık vuslat ateşi ile yanan Yunus Emre’ nin tek derdi
vardır o da cemali ilahiyi görmektir.
Ansızın gördüm bir yüz
Yoktur onunla hiç söz
Sırrını der isem olmaz
Sığmaz lisan içine
Çünkü gördüm yüzünü
Ona verdim özümü
Beni benden iletti
Kaldım hayran içinde
Yunus emre yok oldu
Külli varlığı hak oldu
Ondan artık nesne yok
Kalma şüphe içinde
Allah (c.c) la bir olan Yunus Emre’nin artık hiçbir
isteği kalmamıştır. Çünkü istek ikiliğin bir göstergesidir. Ölmeden önce ölüp egosunu yok eden kişi her
şeyin arkasındaki bir ile birleşmiş böylece ikilik zincirinden kurtulmuş.
Yaradılışın en büyük amacını gerçekleştirmiş olur.
Surette koyma can et uzlet yolunu göster.
Uzlet zahiren tek başına bir köşeye çekilip sadece
Hakka ibadet ile uğraşma işidir. Hâlbuki bizler sosyal varlıklarızdır. Toplum
ile etkileşim içerisinde olmak zorundayız. Tasavvuf ehli için ayrı denilen bir
şey yoktur. Çünkü bütün tecellileri ile bu dünya da haktan ayrı değildir.
Tasavvuf ehli olmayanlar bir dağa çıkıp orada dünyanın meşgalesinden
uzaklaşarak sadece hakka vasıl olacaklarını düşünürler.
Oysaki gizli olarak dünyayı ötekileştirmişler. Ve ikiliği ortaya çıkarmışlardır. Tasavvuf
ehli ise bu dünya ya iki pencereden bakmaktadır. Vahdet ve Kesrettir. Siret
içerisinde yani gönül içerisinde bütün tecellileri görerek vahdet zevki ile
birliğe kavuşurlar ve böylece iç âlem dış âlem ile birleşir ve ayniyet ortaya
çıkar. Çünkü içeride ne varsa dışarıda da aynısı görülmektedir.
Hak cihana doludur
Kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste
O senden ayrı olmaz
Dünyaya inanırsın
Rızka benimdir dersin
Niçin yalan söylersin
Çün sen dediğin olmaz
Dünyaya gelen göçer
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer
Cahiller onu bilmez
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünyaya kimse kalmaz
Böylelikle için dışa zuhuratı, dışında içe huyulatı
gerçekleşmiş olur. Ve ikilik ortadan kalkar.
Tasavvuf ehlinin uzleti bu bakımdan zahirinkinden
farklıdır. Çünkü o zatlar iç dünyalarında hep hakladırlar. Dışta da bir ayriyet
görmezler.
“İçinizi Hakka dışınızı da halka uydurun.” Hadisi
Şerif
Bunu da ancak kul daim Allah (c.c) zikri ve tevhid
irfaniyeti ile yapar. Gönül daim kalp zikri ile bağa girer, bostana girer,
okula, kütüphaneye v.s. her nere ye gitse onun ile beraberdir. Bu yüzden hep
bir uzlet içerisinde ve vuslat içerisindedir. Daim zikir uyanıklığında olan
kullar her ne yöne baksalar Allah (c.c) der. Yani hepsinin özü Allah(c.c) tır
derler.
Eyledi hevâ gâret oldu işimiz âdet,
Dergâhın ulu gâyet kudret yolunu göster.
Hevâmıza uyduk yağmacılık âdet işimiz oldu
Dergâhın ulu gâyet kudret yolunu göster.
Bizler aciz varlıklar olarak heva ve arzularımıza
uyduk sen bizleri bağışla çünkü yaptığımız her iş artık adetten oldu. Kul işin
iç yüzünü bilerek Allah (c.c)’ a ibadet etmez ise artık o ibadet sadece bir alışkanlıktan
öteye gitmez. Çünkü ibadetin özünde hakka kavuşma ve onunla bir olma isteği yok
ise sadece zorunlu olarak yapılan bir tapınma ritüeline döner. İbadetin özünü
bilen kişi ona sıkıca sarılır ve bu ibadetinden sonsuz zevkler alır. Bu
zevklere ulaşmak için kişinin tevhid irfaniyetine ulaşması şarttır.
Nefsimi hevâdan kes,
kalbimi riyâdan kes,
Meylimi sivâdan kes halvet
yolunu göster.
Nefsimi hevâdan kes, kalbimi riyâdan kes,
Meylimi dışarıdan kes halvet yolunu göster.
Nefis terbiye edilip ruhlaştırılmaz ise onun ilgisi
daima bu geçici olan dünyaya olacaktır. Çünkü nefis dünya ya bağlıdır. Ruh ise
sadece Hakkı ister. Bu yüzden ikisi arasında sürekli bir çatışma ve savaş
vardır. Ancak nefis ruh deryasına gark olursa o zaman sakinleşir ve hakka talip
olur. Çünkü onun arzu ve hevaları olumlu olabileceği gibi aynı zamanda
olumsuzda olabilir. Bu yüzden onu zararsız hale getirmeliyiz.
“Akrebi öldürme onun iğnesini çıkart.” Hz. Mevlana
İnsan kalbi nefis ile ruh arasında bir berzahtır. Tecelliler
buraya gelir ve akıl süzgecinden geçer eğer kulda nefis ağır basar ise kul kötü
bir fiili işlemeye meyil eder. Bundan da kötülük ve günah hâsıl olur. Eğer ruh
galip gelirse bundan da iyilik hâsıl olur. Kalp bu bakımından bir köprü rolünü
oynar. Eğer bu kalbe biraz çıkarcılık bulaşırsa o zaman riyakârlık baş
gösterir. Hakka yapılan bütün ibadetler ve hizmetler fahridir. Eğer kul
bunların karşılığını bekleyerek bir fiiliyatta bulunursa, o zaman Halikı ile
pazarlık etmiş olur ki Allah (c.c) bu bağlamda tüccar değildir. Onunla bu
konuda pazarlık yapılmaz. Çünkü o bu konuyu Kur’ an da açıkça izah etmiştir.
“Fe mey yamel miskale zerratin hayray yerah, ve mey
yamel miskale zerratin şerray yerah” (Zizal 7-8)
“Kim zerre kadar kötülük işlerse karşılığını
bulacaktır. Kimde zerre kadar iyilik işlerse karşılığını bulacaktır.
Hal böyle iken ibadetlere riya karıştırmak nedendir.
Halvet
Kelime anlamı olarak bir kimse ile yalnız kalmak,
ıssız yerde yalnız kalmak gibi manalara gelir.
Tarikat ehline göre Halvet bir kenara çekilip,
kimseye karışmadan zikir ve virt ile meşgul olmaktır. Hakikatte ise Vahdeti
Vücut zevki ile her yerde Halvet edilebilir. Çünkü iç dünyasında ne yaşadığını
dışarıdan bakan avam gözleyemez. Ancak aynı makam zevkinden geçenler bunu fark
edebilirler.
Halvetten ettim rıhleti
Kesrette buldum vahdeti
Pazarda kurdum halveti
Ruzu şebim idi berat
Mısri Niyazi Efendi Hazretleri kendisi Halveti Tarikatından olduğu için kendisini dört duvar arasına halvete kapamışlar. Lakin ben böyle bir halvetten rihlet ettim. Yani, halvetten kesrete kaçtım. Bu kesrette, kalabalıkta "biri" buldum, pazar ortasında halvet kurdum diyor.
Kesrette buldum vahdeti
Pazarda kurdum halveti
Ruzu şebim idi berat
Mısri Niyazi Efendi Hazretleri kendisi Halveti Tarikatından olduğu için kendisini dört duvar arasına halvete kapamışlar. Lakin ben böyle bir halvetten rihlet ettim. Yani, halvetten kesrete kaçtım. Bu kesrette, kalabalıkta "biri" buldum, pazar ortasında halvet kurdum diyor.
Peki, pazar ortasında halvet nasıl olur? Bu, bir
ilimdir, ilmi tevhid iledir. Pazar içersinde halveti kurduktan sonra, her günüm
Bayram, her gecem Beraat oldu diyor.
Gitti
kesret geldi vahdet, oldu halvet dost ile
Burada anlatılan Cem
makamıdır ki orada kesret Vahdetin içine gizlenir. Her görünen dost yüzü olur.
Böylece dost ile her yerde Halvet edilir.
Halvetin ortaya çıkışında bazı Kur'an‐ı Kerim ayetleri ve hadislerin motive edici olduğunu
görüyoruz. Sûfîler bu konuda Kur’ân‐ı
Kerim’deki bazı ayetleri kullanmışlardır.
“Musâ ile otuz gece (bana
ibadet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabb’inin
tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a dedi:
Kavminin içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.’ Mûsâ
tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi ona konuşunca: ‘Rabbim
bana (kendini) göster, sana bakayım! Dedi. Rabbi buyurdu ki:
‘Sen beni göremezsin,
fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!’
Rabb’i dağa görününce onu
darmadağın etti. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca: ‘Sen yücesin, sana tevbe
ettim, ben inananların ilkiyim!’ dedi.”
Otuz günden maksat üç fena
mertebelerine denk gelir. Geceden maksat vahdettir. On gün gece daha kattık denilmesi
de cem makamına denk gelir. Hz. Musa böylece Hz. İsa’yı ortaya çıkartmıştır.
Çünkü Hz. İsa’nın hakikatteki makamı Cem makamıdır. Vahdeti vücut makamıdır ki
burada sonradan yaratılanlar kaybolur batın kısmına geçer ve asıl olan ortaya
çıkar.
Candan sana tâlip kıl her
tâate râğıp kıl
Bir Pîre musâhib kıl
hizmet yolunu göster.
Candan sana tâlip kıl her tâate rağbet kıl
Bir Pîrle sohbet kıl hizmet yolunu göster.
Candan murat haktır. Hakka
talip ol ve her taate rağbet kıl çünkü şeriat tevhid yoluna girmenin şartıdır.
Şeraiti olmayanın hakikati de olmaz. Bir hakikat efendisine gidilmeden onun
sohbetinden nasip almadan hakikat bilgisine de ulaşılamaz. Bir efendiye de
varmak işi bitirmez. Öncelikle bu yola hizmet gerektir. Ondan sonra himmet kula
yetişir.
Bu yola yeni girmiş bir
salik efendisine “Efendim himmet et demiş, efendisi de evladım hizmet
demiştir.”
Yunus Emre efendisine olan
sadakati ve hizmeti sayesinde bugün bütün dünya ya ulaşan bir şahsiyet
olmuştur.
Tâ’lim edip esmâyı bildir
bize eşyâyı,
Duymaya “Ev ednâ” yı
hikmet yolunu göster.
İsimleri tâ’lim edip bildir bize eşyâyı,
“Ev ednâ” yı duymaya hikmet yolunu göster.
Esmâ, yani isimlerden murad edilen taayyânattır
(insanın görünen vücudu), “Kulum Muhammed bana yaklaştı, daha fazla yaklaştı,
tâ ki benimle arası iki yay boyumu kadar”
Necm 8-9
Âyetlerin batını manâları ise: “Denâ” Seyr‐i illallâh‐tır (Allah Teâlâ’ya
yaklaşma), yani tevhid mertebelerinde Fenâ‐i ef’âl,
Fenâ‐i sıfat ve Fenâ‐i
zâttır. Bunlar tevhidde urûc (yükselme) makâmlarıdır.
“Tedellâ” ise nuzûl, yani rücû (avdet edici, geri dönme) makâmları ki, Cem,
Hazret‐ül Cem makâmlarıdır. “Kaab‐e kavseyn” ise Cem‐ül
Cem makâmıdır. “Ev ednâ” da son makâm olan
Ahadiyyet makâmına işarettir. Çünkü Fenâ‐i ef’âl, Fenâ‐i Sıfât,
Fenâ‐i Vücûd makâmları, Bekâ‐i
Zât, Bekâ‐i Sıfât, Bekâ‐i Ef’âl
olarak bekâ makamlarıdır. Esasen fenâ (yok olma) ve bekâ (tekrar kavuşma) iki
kavistir. Bu iki kavis (yükselme makâmı) Cem‐ül
Cem makâmında birleşirler. Ev‐ednâ ise
son makâm olan Ahadiyyet makâmıdır.
Beyitte geçen “Hikmet yolu” tasavvuf
yoludur. İnsanları Allah Teâlâ’ya vasıl eden iki yoldan biridir. Diğer yol da şer’i
yoldur. Kur'an‐ı Kerim’de
“Bir kimseye de hikmet verilirse ona da birçok hayır
verilir”
Burada hikmet sahibi kimse tasavvuf ehli olan
kimselerdir ve onlara birçok hayır verilir. Esasen tasavvuf demek hikmet sahibi
olmak demektir, bunlar hakkı hak olduğu için ve iyiyi iyi olduğu için yaparlar.
Hz. Ali
kerreme’llâhü veçhe Derinlerdeki hikmet akıl ile akıl da hikmet ile
çıkarılır.
Hüsn‐i siyasetle salih edep zuhur eder. Tefekkür ise
kalbin hayatıdır" demek
suretiyle, akıl, hikmet ve tefekkürün icra ettiği fonksiyonun önemini
belirtmiştir
Hâr içre biter gülzâr, zâr içre doğar envâr,
Her şeyde tecellîn var rü’yet yolunu göster.
Diken içinde biter gül bahçesi, nurlar perde içinde
doğar,
Her şeyde tecellin var bakma yolunu göster
Hz. Mevlâna kaddese’llâhü sırrahu’l‐aziz buyurdu ki;
Göklerin,
akılların hazineleri bile nebinin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse.
Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak
çeksin! Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi
hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer. Sarı
camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün. O gök ve sarı camı kır da eri
ve tozu gör! Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir
tozdur kalkar. Sen, tozu Allah Teâlâ eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın
fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen
azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır. Be inatçı, İblis’in
oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer? Ben köpek değilim,
Allah Teâlâ aslanıyım. Allah Teâlâ aslanı suretten kurtulandır.
Şu kim ola vuslatta, halvet bula celvette,
Bu Mısrî’ye kesrette vahdet yolunu göster.
Şu kimsedir vuslatta ola, celvette halvet bula,
Bu Mısrî’ye çoklukta vahdet yolunu göster.
Celvet makamı kesretin olduğu makamdır Hazretül cem
şeriat makamı ve varlık makamıdır. Bu makamda fiil var, halk var, efendi var, salik
var, peygamber vardır. Hak kesretin batınına gizlenmiştir.
"Kesreti vahdette
görmek, vahdeti kesrette hem,
Bir ilimdir ol ki cümle irfân andadır."
Mi'râc, kesrette Vahdet’i
görmenin en mükemmeli, Mi'râc’tan tekrar insanların dünyasına dönmek de
Vahdet’te kesreti müşahedenin zirvesidir. Bize düşense yine Niyazî Mısrî’nin
dilinden şöyle niyaz etmektir:
" Her nere varsam yakar
bu canımı aşk ateşi,
Yana yana külli pür nâr olmuşum Yâ Rab meded.
Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana,
Kesret içre bend-i ağyâr olmuşum
Yâ Rab meded."
Tıpkı gözü dükkânın
vitrininin camekânına takılıp da vitrinin içini görmeyen ama dükkâna
yaklaştığı (kurbiyyet kesbettiği)
zaman da vitrinin
camekânının idrakinden yoksun
olan kişi gibi, insan da bu Mükevvenât'ın a'râzına (Kesret'e) takıldığı zaman
Zat’ı ve Zat’a kurbiyyet kesbettiğinde de a'râzı göremez. Hakîm kimse odur ki
istediği zaman idrakine Kesret'i,
istediği zaman da idrakine Vahdet'i hâkim kıldırabilsin.
Açıklamalar için sonsuz teşekkürler...Bu güzel yola girmek ve Vuslat ne tatlı şey.
YanıtlaSilHep beraber şükredelim.. Ya Şükür CC.