6 Ekim 2012 Cumartesi

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz, Noktayı fehm eylemektir ilm‐ü irfândan garaz


Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.



Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.
Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.
Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.
Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.
Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten garaz,
Noktayı fehm eylemektir ilmü irfândan garaz.

Sen seni bilmektir ancak Pîr’e ülfetten maksat,
İlim ve irfândan gaye noktayı anlamaktır.

İnsanın kendisini bilmesi için önce kendi hakikatini kavramış bir kişye ihtiyacı vardır. Çünkü kendi başımıza bu zor yolculuğu tamamlamamız imkansızdır. Ancak bir rehber sayesinde bu yolculuğu tamamlayabiliriz.

Nasreddin Hoca bir gün damdan yere düşmüştür. Bütün halk etrafına toplanmış ve “Hocam nasılsınız, bir doktor çağıralım mı” demişlerdir. Nasreddin Hoca “Bana doktor gerekmez, damdan düşen birini getirin benim halimden ancak o anlar” demiştir.

İşte görüldüğü gibi bir insanın halini ancak o yollardan geçmiş olan bir kimse anlar. Bu yüzden kişi kendi özünü anlamak için bir hakikat efendisine teveccüh eder. İlim ve irfanı anlamak içinde noktayı anlamak gerekmektedir ki o nokta tevhit noktasıdır. O nokta anlaşılmaz ise insan kendi özünede vakıf olamaz. Teklik noktası olan o nokta her şeyin başlangıcıdır. Dikkat ederseniz her hangi bir şey yazmak istediğinizde kalemin ucu sayfaya değdiğinde bir noktadan başlar ve yazı öylece oluşur. Her şey bir noktadan başlar.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
Vahdedin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz.

Halkı bunca Enbiyâ kim geldi dâvet eyledi,
O dâvetten niyet vahdetin sırrı bilinmesidir.

Allah (c.c)’ın göndermiş olduğu bütün peygamberler davetlerinde hep kulları birliğe vahdete davet ettiler. Çünkü bu dünya da birden başka bir şey yoktur.





Beş duyun olur sana perde
Gel artık kalma ara yerde
Nefsin düşürmesin seni derde
Bir olana gel, bir olana

Temizle sen özünü terk et şaşılığı
Bir olana çevir yüzünü
Gayri aç gönül gözünü
Bir olana gel, bir olana

Kesip kesafetten yüzünü
Gel bir eyle özünü
Ayrı tutma birden sözünü
Birden başka ne var âlemde

Zikir eyle bir olanı
Canda var olup canan olanı
Âlemde hep var olanı
Birden başka ne var âlemde

Sânii gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.

Yaratanı gör, günde yüzbin türlü sanat gösterir,
O sanattan maksat kendini göstermek içindir.

Hak bütün tecellisi ile kendisini açığa çıkartır. Önemli olan bütün bu tecellilerin arkasındaki faili mutlak’ı görmektir. Esmadan geçip müsemmaya ulaşanlar her yerde gerçek faili görürler.



Hep celâlin perdesidir küfrü isyândan murad,
Bahrı vücûdun katresidir fazl u rahmetten garaz.

Hep celâlin perdesidir küfür ve isyândan murad,
Fazilet ve rahmeti vücûd deryasının bir damlasındandır.

Hakkın bu âlemlere tecellisi iki türlüdür. Cemal ve celal tecellileridir. Celal tecellileri şiddetli ve yakıcıdır. Cemal tecellisi ise yumuşak ve rahatlatıcıdır. Kişilerin küfrü ve isyanı celal tecelisine dayanamayışındandır. Hal bu ki Allah (c.c) celalinden ikram eder. Rahmeti ise hakkın cemal yüzüdür. O vahdeti vücut deryasından bir katredir.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
“Fakru fahrî” dir Niyâzî bil o devletten garaz.

Nefsini bilen erermiş bir tükenmez devlete,
Niyâzî bil ki o devletten maksat “Fakru fahrî” dir.

“Nefsini bilen rabbini bilir” hadisi şerif

Bu nefis ki bize hakkı bildiriyor. Yani ilahi sırrın ne olduğunu bize açıklıyor. O sır hakkın zatından başka bir şey değildir. Kendisinde bir varlık bırakmayan kişi hakkın varlığını ayan olarak görür.

  
Arifin sırrında vücuttan fakr (yoksunluk) tamam olmayınca perdesiz, doğrudan doğruya Hak'kın yüzüne bakması mümkün olmaz. Nitekim yüce Allah buyurmuştur:

“O gün bazı yüzler sevinçli, rablarına nazırdır.” (Kıyamet 32)

Varlığı atmazsa, Allah Teâlâ'nın göklere ve yere arz ettiği,  onların kabulden imtina, edip sadece insanın yüklendiği vücut manetini ödememiş olur. Ve bu suretle büsbütün hıyanetten kurtulamaz. Allah Teâlâ'yı da sevmez olur. Çünkü Allah Teâlâ

“Allah hainleri sevmez” (Enfal 58) ayetiyle ifade ettiği üzere onu sevmez.

Onun gözünden perde nasıl kalksın ve nasıl Allah Teâlâ'yı görsün ki o, Hak'ın olan vücudu kendine mal etmektedir. Çünkü fakrın tamamı, Allah Teâlâ'dan başka her şeyden varlığı almaktır. Vücut kalkınca Hakk görünür. Ve hiç kaybolmaz.

1 yorum: