Yâ İlâhî sana senden
el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize
müsteâz.
Derd senin dermân senindir
şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin
melâz.
Cem‐i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem‐ul cem inden bize ver iltizâz.
Zevk‐i küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim
melâz.
Bu Niyâzî bendeni etme
garîb
Eyle gel tevhid‐i sırfda onu şâz.
Yâ İlâhî sana senden el’ıyâz,
Sensin âhir cümlemize müsteâz.
Yâ İlâhî sana senden sığınırız,
Hepimize sığınılacak en son Sensin.
Sığınılacak tek varlık O dur. Çünkü bütün âlem onun
isteği üzerine hareket etmektedir. Onun bir bilgisi olmadan yaprak dahi yere
düşmez. Hal böyle iken başımıza gelen her tecelliyi ondan bilip yine onun
merhametine sığınmalıyız. Çünkü gidilecek başka kapı yoktur.
Hz. Ali kerremallâhü veçhe anlatıyor:
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem vitrinin
sonunda şunu okurdu:
"Allahım! Senin gadabından rızana sığınırım,
cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senâyı
saymaya gücüm yetmez. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin."
Yaratılmışın yaratıcısını bilme, tanıma ve kulluk
etme oranı sayı ile ifade edilecek olursa sıfır makamındadır. Sıfırın
kudreti yoktur. Değerini sayıların yanında iken kazanır. Kulun Allah Teâlâ’ya
sığınması ve yanaşması onun kadir ve kıymetini ziyadeleştirir. Sayı sisteminde
sıfırın geliş yönü sağ ve sol tarafa doğru kıyas edersek sağ tarafta büyürken
sol tarafta küçülmesi artar. Onun için hep bir olan Allah Teâlâ’nın sağ
tarafında bulunmak ve onun celâl sıfatlarından cemaline doğru meyletmek gerekir.
O’ndan O’na sığınmak gerekir.
Derd senin dermân senindir şüphe yok,
Derdli kullara yine sensin melâz.
Şüphe yok derd senin dermân senindir,
Derdli kullara yine sensin sığınılacak yersin.
Dert kelimesi her ne kadarda şer olarak algılansa da
Tasavvuf erbabı birbirlerine “Allah sana dert versin” diye dua ederlerdi. Çünkü
bu dert insanı Aşka oradan da rabbine götürür. Çünkü başımıza gelen en küçük
tecellide dahi onu zikir ederek ona yöneliyoruz. Aşk derdini de kullara verecek
olan yine o dur.
“Ey o bütün iyman edenler!
İçinizden kim dininden dönerse duysun: Allah onun yerine öyle bir kavm
getirecek ki Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, müminlere karşı
boyunları aşağıda, kâfirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda mücahede
ederler, dil uzatanın levminden korkmazlar, işte o Allahın fazlıdır, onu
dilediğine verir ve Allah vasi'dir, âlimdir” Maide 54
Aşk önce ondan başlar o bizleri severse ancak biz onu
sevebiliriz.
Cem‐i fark eylegil meşhûdumuz,
Cem‐ul cem inden bize ver iltizâz.
Görüşümüzü cem‐i farkı
eylegil,
Bize Cem‐ul cem
inden lezzet ver.
“Vuslatı olmayanın marifeti yoktur. Farkı olmayanın
da kulluğu yoktur.” Yani, bir kimse
Hakk’a ulaşmadıkça şeriat yolunda kalmıştır. O kimse Allah Teâlâ’yı bilmez. Bir
kimse Hakk’a ulaştıktan sonra geri farka gelip kulluğunu ve zayıflığını bulmamışsa,
o kimsenin kulluğu yoktur. Önceki hâli gizli şirkti, ikincisi dalâlet ve dinden
dönme yoludur. Tevhit ehli hem ceme varmış hem de farka gelmiş olmalıdır.
Hüdâyî Sultan buyurur:
Şunun kim cem’i yok irfanı yokdur
Şunun kim farkı yok ilhâdı çokdur
Biri şol Türk’e benzer şehre gelmez
Biri şehr âdemi karyeye gelmez
Hakikatte kemal ehli hem köye hem şehre gelendir.
Şimdi, tevhidin aslı hem cem’e varmış olmalı ve hem geri farka gelip kulluğu ve
ilâhlığı birbirlerine perde yapmayıp zayıflığını anlamalı ve kullukta
bulunmalıdır. Nitekim Hz. Ali kerreme’llâhü veçhe buyurur: “Cem’siz fark şirk,
farksız cem’ zındıklık; ilhad, cem’ ve fark tevhiddir.”
Evliyâullahtan bir âşık, Hakk’a demiş ki; “Yâ
Rab, ben yoğum, sen varsın.”
Allah Teâlâ, o kula: “Ey kulum! Güzel, beni tevhid
ettin. Ya hani senin kulluğun !” demiş. Şimdi, Hakk’a kavuştuktan sonra
geri farka gelip kulluğu bulup kulluğunu
ulûhiyyete perde etmemek her âşığın elinden gelmez.
Son derece zordur; kâmil mürşide ihtiyaç vardır.
Ey benim canım! Niyâzî‐i
Mısrî’nin; Müşkili çokdur Niyazi’nin velî biri de bu Zâhid anlasa Hakk’ı
zühdü neden olur kesâd dediği, cemden sonraki farka işarettir.
Zira cem makamında secde edenle secde edilen bir
olur. İbadet eden, ibâdet edilen bir olur. Harf, ses ve söz kalmaz. Bu makamda salik,
şeriatı gereğince yapamaz, ilhada meylederek gerçek inançtan sapar. Buraya
ulaşan âşığın yaptığı zühde niçindir? Önce yaptığı Hakk’a kavuşmak için idi;
Hakk’a kavuştu, istediğine ulaştı. “Ebrârın iyilikleri, mukarreplerin
seyyiatıdır.” Yani, Hakk’ı isteyenin iyilikleri, yani ibadeti, Hakk’a
kavuşan âşığa günahtır. Çünkü Hakk’a kavuşan âşığa gerek ibadetler gerekse
sülük bunların hepsi şirktir. Böyle olunca sona ulaşanların ibadeti ne içindir,
demektir. Şimdi, sona ulaşanlar insan‐ı kâmildir,
insan‐ı kâmil sadece bir kuldur.
Cem-ül cem ise iki cemin birleşimidir. Burada salik
her gördüğüne ister benim der isterse sensin der. Çünkü kul öze ulaşmıştır.
Cevizin kabuğu değil ancak özü lezzet verir.
Zevk‐i küllî pâdişâhım ol durur,
Bize tevhidin ola dâim melâz.
Bütün zevkim ve padişah o olsun,
Bize tevhidin dâima sığınılacak makam ola.
“Cüneyd’den arif ve irfan irtibatı
hakkında sordular. O da ‘Su konduğu kabın rengini alır’ diye bunu cevapladı. Yani
tabir caizse ‐aslında O, o değil, O,
O’dur ama‐ arifin sanki O oluncaya
kadar Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmasını kastetmiştir.”
Kendini yoklayan kullar
onu kendinde bulurlar. Ve ortada bir benlik kalmayınca hiçbir şeyden mahzun
olmazlar. O yüzden sığındıkları makam hep tevhid olur.
Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Eyle gel tevhid‐i sırfda onu şâz.
Bu Niyâzî bendeni etme garîb,
Gel onu tamamıyla tevhitte eşi bulunulmaz kıl.
Kul kendini gizler ve hakkı aşikâr ederse kurtuluşa
erer. Bunu da ancak tevhid ile başarabilir. Kendi varlığını yağma eden kullar
gerçek var olana kavuşur ve daimi huzur içerisinde olur.
Açıklamalar için sağ olunuz, selam ve dualarla.
YanıtlaSil