Rumuz‐u Enbiyâ‐yı vâkıf
esrâr olandan sor,
Enel‐Hakk sırrını candan geçüp ber‐dâr olandan sor.
Yürü var ehl‐i tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp
deyyâr olandan sor.
Gehi kahr‐ü gehi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yoğ olup hem
var olandan sor.
Dilâ bu Mantık’ut‐tayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veyahut
Tayyâr olandan sor.
Anadan doğma gözsüzler kemâhi
görmez eşyâyı
Niyâzî vech‐i dildârı ulül‐ebsâr olandan sor.
Rumuz‐u Enbiyâ‐yı vâkıf esrâr olandan sor,
Enel‐Hakk sırrını candan geçüp ber‐dâr olandan sor.
Nebiler sırlarının işaretlerine vâkıf olandan sor,
Enel‐Hakk
sırrını candan geçüp asılmış olandan sor.
Hazreti Ömer radiyallâhü anh buyurmuştur:
“Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile
Ebubekir‐is‐Sıddık radiyallâhü anh
birbirleriyle sohbet ederlerken aralarında Arapça konuştukları halde, sanki ben
Arapça bilmiyormuşum gibi konuşulanları anlamazdım. Bunun sebebi Hazreti Ebûbekir
radiyallâhü anhın “Sıddıkiyyet” makâmında olması idi. Hazreti
Ömer radiyallâhü anh ve diğer sahâbe ise ancak Hazreti Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin Hakk’a yürümesinden sonra Sıddıkiyyet makâmına vasıl
oldular.
Hazreti Ebûbekir’e Sıddıkiyyet makâmı Medine‐i Münevvereye hicret etmek üzere Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem ile Mekke‐i Mükerreme’den gizlice çıkıp
kırda bir mağarada gizlendikleri sırada
verildi.
Eğer siz ona yardım etmezseniz,
biliyorsunuz ya, o küfredenler onu çıkardıkları sırada mağarada bulunan ikinin
bir iken Allah Teâlâ ona yardım etmişti ki, o, arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah
Teâlâ bizimle beraberdir!” diyordu.Bunun üzerine Allah Teâlâ ona manevi güç ve
huzur verdi, onu görmediğiniz ordularla destekledi ve küfredenlerin kelimesini
en alçak etti. Allah'ın kelimesi ise en üstün olandır. Allah, güçlüdür, hikmet
sahibidir.” Tevbe 40
İşte bu ayeti celilinin nüzulüyle Hazreti Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem tarafından Ebûbekir‐i Sıddık radiyallâhü
anh hazretlerine Sıddıkiyyet makâmı telkin olundu. “Velâyet makâmı” (velilik makâmı)
halk ile olduğu vakit halk ile Hak ile olduğu vakit Hakk ile olmaktır.
Sıddıkiyyet makâmı ise yalnız Hak ile olmak, halk ile olmamaktır. “Kurbet makâmı”
(yakınlık makâmı) ki, Sıddıkiyyet makâmından daha âlâdır, hem Hakk ile hem de
halk ile olmaktır.
Ebû Yezid‐i Bistâmî
kaddese’llâhü sırrahü’l‐azîz kurb makamına varınca
kendisine: “Bize ne hediye
getirdin” diye nida olundu. O da: “Ey Şah hazinende olmayan dört şey getirdim: Yokluk, ihtiyaç, özür,
günah” diye cevap verdi.
Ebû Yezid dedi ki, böyle deyince, bana:
“Kapıdan gir, çünkü sen bize büyük bir hediye
getirdin” denildi. İçeri
girince,bu makamda kendimden başkasını göremedim. Bunun sebebini sordum.
Bana denildi ki:
“Bu herkesin makamı değil,
bilakis o, vücutlarını yok eden ve varlıkta nişanı kalmayan ferdlerin
makamıdır.”
Ebû Yezid‐i Bistâmî
kaddese’llâhü sırrahü’l‐azîz daha sonra da buyurmuştur:
“Ben otuz yıl Hak ile
konuştum, halk zannederdi ki, ben anlarla konuşuyorum”.
Bu da kendisinin Sıddıkiyyet makâmında bulunmasına
bir delildir. Hazreti Ebûbekir radiyallâhü anh Kurbet makâmına Halifeliği zamanında
nail oldu. İşte Niyâzî‐i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l
azîz “Rumûz‐u Enbiyâyı vâkıf‐ı esrâr
olandan sor” demesi budur. Bakınız meselâ iki tevhid ehli birbirleriyle tevhid
üzerine muhabbet ederlerken avamdan (bu hususlara vâkıf olmayan bir kimse) biri
gelse,muhabbetlerine vâkıf olabilir mi ve onların konuştuklarını anlayabilir
mi?
Şayet dinleyen âlim olsun anlayamaz. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki onlar ne nebidir ne de
şehiddirler. Ancak Allah Teâlâ katındaki derecelerinden dolayı kıyamet gününde
nebiler ve şehidler onlara gıpta ederler. Onların kim olduğu sorusuna da; “Onlar
aralarında ne neseb ne de maddi bir bağ olmamasına rağmen birbirlerini Allah
Teâlâ için sevenlerdir. Allah Teâlâ'ya yemin olsun ki onların yüzleri nurludur ve
onlar nûr üzeredirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanlar
üzüldüğü zaman onlar üzülmezler”
Yürü var ehl‐i
tecridi alâik ehline sorma,
Anı cân u cihânı terk edüp
deyyâr olandan sor.
Yürü var yalnız kalmış kişilerle olanlara sorma,
Onu cân ve cihânı terk edüp yer yurt sahibi olandan
sor.
Bazı tarikat ehli kişiler inzivaya çekilerek hakka
yakın olmayı arzu ederler. Uzlet ederler fakat dağa çıkıp uzlet etmek için her
konuda bilgi sahibi olunması gerektir. Ki aklına bir müşkül geldiğinde dağdan
inip sual etmek için şehre inmek çok meşaketlidir. Bu yüzden bu yalnız kalan
kullar her konuya vakıf olamazlar. Ancak Halk içinde Hak ile birlikte olan
kullar buna vakıf olurlar ki onlar benlik davasından geçip bütün her şeyin
bilgisinin hakkın katında olduğunu idrak etmiş kimselerdir.
Bu kişiler canını cananına vererek canlarından ve
dünya sevgisinden geçerek yeni bir cana ve saltanata ulaşırlar. Ebedi
yurtlarına yerleşmiş olurlar. Hakikati o kişilere sual etmek lazımdır.
Gehi kahr‐ü gehi lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var olandan sor.
Bazan kahr ve bazan lutfun kemâlin bilmek istersen,
Fenâ ender fenâda yok olup hem var olandan sor.
Kahr ve lütuf hakkın tecelli etmesi ile kulların bunu
isimlendirmesi ile ortaya çıkar. Bir işin hayır mı şer mi olduğunu ancak
basiret sahipleri görür. Çünkü onlar işin sonunu başından görenlerdir. Fakat bu
makamda olmayan perdeli kullar ise hakkın tecellileri karşısında daim bir
ümitsizlik ve aşırı güvence içerisindedir. Eğer bu tecellilerin sırrını
öğrenmek ister isen kendini Hakkın vücudunda fena edenlere ve onun vücudu ile
tekrar hayat bulanlara sor.
Dilâ bu Mantık’ut‐tayrı fesâhat ehli anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veyahut Tayyâr olandan sor.
Ey dil, ey gönül bu kuşdilini güzel konuşanlar
anlamaz,
Bunu ancak ya Attâr veya Tayyâr olandan sor.
Bu kuş lisanını fesâhat ehli bile anlamaz, onu sen
Şeyh Attâr’dan sor. Bu zatın “Mantık‐ut tayr”
adlı tevhide dair yazdığı bir kitâbı vardır. İşte o kitabı Şeyh Attâr’dan sor
sözü kinayeli (iki şeyden birini diğerinin yerine kullanma) bir sözdür. Bir de Mantık‐ut tayr kuş lisanı olarak itibar olunursa, anı sen o
uçandan, yani kuş olandan sor. Çünkü konuşulan sözler kuş lisanıdır, anı ancak
kuş olan bilir. Tevhidi bilen kullar kuşdilini bilir. Çünkü tevhid insanlara
her varlığın lisanından haber verir. Bütün yaratılanlar kendi lisanı ile hakkı
zikir ederler. Ancak basiret sahibi olan kişiler buna vakıf olurlar.
Anadan doğma gözsüzler kemâhi görmez eşyâyı
Niyâzî vech‐i dildârı ulül‐ebsâr olandan sor.
Anadan doğma gözsüzler olduğu gibi görmez eşyâyı
Niyâzî sevgili yüzünü görebilecek olandan sor.
İki türlü körlük vardır. Birisi görme organı özü olan
gözün hakkın tecellisi ile kapalı olarak çevresindeki yansımaları görmemesi ile
oluşan körlüktür. Bu Allah (c.c) izni ile tedavi edilecek bir hastalıktır.
Ama bir de
kalp gözünün körlüğü vardır ki bu ancak basiret sahibi bir efendinin eğitim ile
giderilebilir. Bir kişinin kafa gözü açık olsa dahi gönül gözü kapalı ise
eşyanın özünün hak olduğunu göremez. Gözü olmasına rağmen manen kördür.
“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür;
üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72
Sen sevgili yüzünü gönül gözü açık olanlardan sor.
Çünkü Allah (c.c) ancak gönül gözü ile görülebilir.
Yüce Allah (CC) hepimizi Basiret sahibi eylesin...Amin.
YanıtlaSilYa Basir (CC)