Her neye baksa gözün bil sırr‐ı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağz‐ı Kur’ân andadır.
Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bî‐şek nûr‐i Yezdân andadır.
Kesret‐i emvâca bakma cümle bir deryâ dürür,
Her ne mevci kim görürsün bahr‐ı ummân andadır.
Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilm‐ü irfân andadır.
İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech‐i Rahmân andadır.
Söyleyen ol, söylenen ol, gören ol, görünen ol,
Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.
Mazhar‐ı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,
Künh‐ü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.
Haşr u neşr ile Sırât u dûzah u mâlik azab,
Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.
Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,
Gönlü bir virânedir genc‐i pinhân andadır.
Her neye baksa gözün bil
sırr‐ı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağz‐ı Kur’ân andadır.
Her nereye bakarsan bak Allah Teâlâ’nın sırrı
ondadır,
Kulağın her ne işitse Kur’ân özü ondadır.
Kul her ne yöne yönelirse Hakkın yüzü oradadır.
“Ve
lillahil meşriku vel mağribü fe eynema tüvellu fe semme vechüllah* innallahe
vasiun alım” (Bakara 115) “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye
dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır,
hakkıyla bilendir.”
Bütün bu âlemin özü haktan başka bir şey değildir. Bu
da ancak yine onun basireti ile algılanacak bir husustur. Bu ancak Cem makamında
anlaşılır ki burada kulun kovasından zahir olan haktır. Bütün âleme kulun
ağzından “benim” der. Diyende denilende o dur bu makamda. Kul bu zevkleri yine
onun nazarından bakarak anlayabilir.
Kulağın her ne işitse Kur’ân özü ondadır.
Burada Kur’ân’dan murat “O’nu övgü ile tesbih
etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız...” İsra
44 Bütün eşya Allah Teâlâ’yı zikreder. Yani “sözle, halle, sırla” zikrederler.
Bütün âlemde kelam eden haktan başkası değildir.
“Gerek Türk gerek acem gerek Arap aç kulağın ki cümle
dillerden sanadır hitap” N.Mısri
Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bî‐şek nûr‐i Yezdân andadır.
Her şeye mahlûk gözüyle baksan o mahlûk olur,
Hakk gözüyle bak ki şüphesiz Allah Teâlâ’nın nuru
ondadır.
Öze vakıf olamayanlar sadece kabuğu görür ve onun ile
hüküm verirler. Nitekim şeytanda Âdem (a.s) özünün hak özünden başka bir şey
olmadığını göremediği için huzuru şahaneden kovulmuştur. Mahluka mahluk gözü
ile değil basiret gözü ile bakılmalıdır. Basiret gözü ile bak ki hakkın nurunun
orada olduğunu gör.
“Hak gözüyle” den murat basiret nurudur. Ona can gözü
ve kuvvet‐i kalp de denir. Basiret nuru Allah Teâlâ’nın
nurundan iktibasıdır. Nur üç türlüdür.
a‐ Göz nurudur. Görür ama göstermez.
b‐ Güneş ve kamer, ay, yıldızlar
ve ateşte olan nurdur. Gösterir ama görmez.
c‐ Allah Teâlâ’nın nurudur, hem
görür hem gösterir. Bu görüp göstermek de zahir ve batın nuru Allah Teâlâ ile
beraber bulunur.
Kesret‐i emvâca bakma cümle bir deryâ dürür,
Her ne mevci kim görürsün bahr‐ı ummân andadır.
Çokluğun dalgalarına bakma hepsi bir deryâdır.
Her ne dalga görürsen okyanus ondadır.
“Kesret‐i emvâc”dan
murat mahlûkatta zuhur eden ilâhî hakikatler ve isimlerdir.
“Cümle bir derya”dan murat hakîkatü’l‐hakâyık olan “Hakîkat‐ı Muhammediyyedir”
ki; yaratılışın evvelidir. Bu mertebede Allah Teâlâ çokluğun başlangıcıdır.
Fiil, sıfat ve esmasının tecellisi mertebesi ulûhiyettir. Yaratıcılık, rızık vermek
ve sair isimler kemalatın zuhuru mertebesidir. Allah Teâlâ bu ulûhiyet mertebesinde
kemalatı olan zâtına verilen isimdir. Bütün eşyanın mahlûk olması bu mertebenin
zuhuratındandır. Bu mertebede Allah Teâlâ’nın ismine “Allah” derler.” Allah”
ismi ism‐i azamdır, belirlenmiş bir hakikattir ve bütün
isimlerin merciidir. “her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah‘ın şânı ne
kadar yücedir. Siz de Ona döneceksiniz.” Yasin 83
Her ne mevcudat var ise denizin dalgaları gibi
hakîkat‐ı Muhammediyye denizinden zahir olup bir taraftan var
olurken ve bir taraftan yok olmaktadır. Bütün eşyanın varlıkları fâni ve Allah
Teâlâ’nın zatiyle bakidir. Bunun için dalgalara (emvâca) hayran olup kalma,
belki suretten manaya yönel. Yani bu mahlûkat âlem‐i mahabbet‐i ilâhiyye
suretidir. Halkın vücudundan Allah Teâlâ’ya yönel ve onu bil. Çünkü mahlûk
ilâhî kemalatın zuhurudur. Allah Teâlâ’nın bilinmesi mahlûkatın varlığı iledir.
“Allah her şeyi ihata edendir” Nisa 126
Sûfîlere göre bu ihata,
zarfın içindekini ihata etmesi gibi değil, güneşin ışık ve gölgeleri, ruhun
bedenleri, suyun dalgaları İhata etmesi gibidir. Allah Teâlâ buyuruyor ki; “Onlar
Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O’nun
avucundadır; gökler O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin
ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” Zümer 67
Yâni, Cisimlere tâbi ruhları, yoksa ruhlara tâbi
cisimleri değil. Kâbız, cisimleri kabzettiği zaman ruhları da kabzetmiş
demektir. Çünkü onlar o cisimlerin heykelleridir... Bütün cisimler ruhlarının
arzı’dırlar. Bu yüzden ruhsuz cisim olmaz. Cisimler de ikiye ayrılır. Unsûrî ve
nûrî. Tabii ki bir de tabiatları var. Allah ruhların vücudunu cisimlerin vücuduna,
cisimlerin bekasını ise ruhların bekasına bağlamıştır... Buradaki kabz:
tutma işi hakikatinde Allah Teâlâ’nın “Allah her şeyi ihata
edendir”
ayetinin manasıdır. Bir şeyi ihata eden o şeyi
kabzına almıştır. Çünkü ihata edilen şeyin bir kaçış yeri kalmamıştır. Aksi
halde bu ihata olmaz ve o kişi de Muhît olmaz. Bütün bunlar demek oluyor
ki Allah Teâlâ’dan başka, hiçbir mümkün varlık yok ki esmâ‐i hüsnâ denilen ilâhî nispetler ve Rabbânî hakikatler
ile irtibatlı olmasın. Bütün (Küllî) mümkünler hakîkat‐ı ilâhiyye’nin kabzasındadırlar. Ve zaten ‘bütün’ (Küll)
bile kabzadadır”.
Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilm‐ü irfân andadır.
Birliği çoklukta bulmak, çokluğu birlikte beraber,
Bir ilimdir ki, bu bütün ilim ve irfân ondadır.
Âlemin iki türlü idraki
vardır. Kesret ve Vahdet, Zahir ve batın olarak kavramların idraki yalnız
Allah’ın bir lütfu olarak Hikmetle mümkün olmaktadır.
Hepimiz pek çok kez gözlemişizdir.
Özellikle sezon sonlarında birçok iş yeri vitrinlerinin camlarına reklâm amaçlı
"indirim, ucuzluk, kampanya" vs. gibi uzaktan
İnsanların dikkatini çeken
çeşitli yazılar yazarlar. Gözümüze çarpan bu vitrinlerin
Yanına yaklaştığımızda ve
camın iç tarafına baktığımızda, yakın olduğumuz camın ve üzerindeki çarpıcı
yazıların artık hiç farkına varmayız. Çünkü vitrin içindeki eşya İle meşgul olan
zihnimizden artık cam silinmiş ve var olmasına rağmen sanki gözümüzden
kaybolmuştur. Aslında buna hiç dikkat etmeyiz, üzerinde hiç düşünmeyiz bile,
zihnimiz bunu otomatik bir alışkanlıkla yapar. Bu örnekten de anlaşılıyor ki;
insan idrakinin yaratılışından gelen doğal bir zorunlulukla aynı anda "hem içi, hem dışı" veya "hem yakını, hem
uzağı" görebilmesi/
seçebilmesi/kavrayabilmesi
imkânsızdır.
İşte bunun gibi Hakk’ın
tecellilerinin bir aynası olan bu âlemin de zahir ve Batın yani görünen ve
görünmeyen iki veçhesi vardır. İçinde
yaşadığımız bu âlem şahadet âlem’idir; yani görünen bir âlemdir ve bu âlemin
yapısı çokluktan oluşmuştur. Bu çokluk/kesret Vâhid’in zati isimleri ve
taayyünleri aracılığı ile kendini izhar etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Hakk’ın sayısız sınırlı suretleri
olarak karşımıza çıkan eşya gözümüzü kamaştırmamalı "mahlûkatın Hakk’da
müşahede edilmesi" olarak değerlendirilmelidir. Buna "Vahdet’te
kesreti görmek" de diyebiliriz.
"Kesrette Vahdet’i
görmek" ise; zahiri, yaratılmışları göz önünde tutmaksızın dikkati
yalnızca Hakk’a yöneltmek demektir. Bu tıpkı bir Karagöz perdesinin arkası
gibidir. Perdenin önü Kesret, arkası ise
Vahdet’tir. Perdenin yalnız önünü görenlerin gözü Hacîvad’a, Karagöz’e,
Zenne’ye, Bebe Ruhi’ye, Tuzsuz Bekir'e, vb... takılıdır ve perdenin ardı akıllarına
gelmez. Perdenin arkasını bilenler ise sahnenin önünde olsalar bile bütün bu
çokluğun ardındaki gerçeği yani "Kesrette vahdet’i" idrak etmenin
zevki ve mutluluğu içerisindedirler. Gözlerinden halk silinmiş, yalnızca Hakk
kalmıştır.
Fakat ideal olan yalnızca ne "kesrette Vahdet’i", ne de
"Vahdet’te kesreti" görmek değil bunların her ikisini birleştirecek/toplayacak
bir anlamda "cem’ül cem" edecek bir kemal bakışına erişmektir.
Sadece hikmet sahipleri
akıllarını isabet ve dirayetle kullanıp, varlığın sırrını yakalamada ve eşyayı
olması gereken yere koymada yetenek, feraset ve basiret sahipleridir. Bu
nedenle olacak ki, Niyazî Mısrî şöyle demektedir:
"Kesreti vahdette
görmek, vahdeti kesrette hem,
Bir ilimdir ol ki cümle irfân andadır."
Mi'râc, kesrette Vahdet’i
görmenin en mükemmeli, Mi'râc’tan tekrar insanların dünyasına dönmek de Vahdet’te
kesreti müşahedenin zirvesidir. Bize düşense yine Niyazî Mısrî’nin dilinden şöyle
niyaz etmektir:
" Her nere varsam yakar
bu canımı aşk ateşi,
Yana yana külli pür nâr olmuşum Yâ Rab meded.
Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana,
Kesret içre bend-i ağyâr olmuşum Yâ Rab
meded."
Tıpkı gözü dükkânın
vitrininin camekânına takılıp da vitrinin içini görmeyen ama dükkâna
yaklaştığı (kurbiyyet kesbettiği)
zaman da vitrinin
camekânının idrakinden yoksun
olan kişi gibi, insan da bu Mükevvenât'ın a'râzına (Kesret'e) takıldığı zaman
Zat’ı ve Zat’a kurbiyyet kesbettiğinde de a'râzı göremez. Hakîm kimse odur ki
istediği zaman idrakine Kesret'i, istediği
zaman da idrakine Vahdet'i hâkim kıldırabilsin.
İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech‐i Rahmân andadır.
İbret ile altı yönden görünen eşyâya bak,
Bütün eşya bir aynadır hepsinde Rahman’ın yüzü
ondadır.
Eşyanın hakikati Allah’ın nurudur ki oda bütün âlemde
ayandır. Ancak basiret sahipleri bunu görebilirler.
Hak cihana doludur, kimseler
Hakkı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz
Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz
Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez
Gelin tanış olalım, işin
kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz
Yunus
Emre
Yunus
Emre’nin bu dizelerinde de görüldüğü gibi bütün eşya ona bir aynadır her ne
cihetten bakılırsa o oradadır.
Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.
Mazhar‐ı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,
Her
ne var güzel ve kötü, bil ki cânân andadır.
Şüphesiz veli Âdem yüzü tam zuhurat yeridir.
“Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile
toprağın altında olanlar hep O’nundur.” Taha 6
İyilik kötülük bize göredir.
Allah Teâlâ katında kötülük ve iyilik yoktur. Bizler başımıza gelen olayları
kendi zannımızca iyilik veya kötülük olarak adlandırırız. Fakat hakikatte
sadece tecelli vardır. Ve tecellilerin cümlesi Allah’tandır. Âdem’in yüzü hakkın yüzüdür. Çünkü Allah (c.c)
Hz. Âdem’i kendi nurundan yaratmıştır. İnsanın yüzü vechullahtır.
Künh‐ü zâtı hem sıfâtı
cümle yeksân andadır.
Haşr u neşr ile Sırât
u dûzah u mâlik azab,
Her şeyin aslı, zâtı ve
sıfâtı hep onunladır.
Haşr, neşr ile Sırât ve
cehennem ve azab bekçisi mâlik (ondadır)
“Allah Teâlâ birdir, ortağı yoktur cisim değildir,
zira cisim parçaların birleşmesiyle meydana gelir. Cevher değildir,
çünkü cevher uzayda yer kaplayandır. Hâlbuki Allah Teâlâ yer kaplamaktan (bir
yerde bulunmaktan) münezzehtir, aksine her yerin ve yer kaplayanın
yaratıcısıdır. Araz değildir, zira araz iki zamanda bulunmaz (bir zaman
diliminden fazla varlığını sürdüremez).
Allah Teâlâ bakiliği (sürekliliği) zorunlu olandır.
Ne birleşir, ne ayrılır, ne de parçası vardır.”
Her şey ondandır. Mutlak vahdet ondandır.
Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.
Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,
Rıdvân, cennet, huri ve gılmân ondadır.
Şu an sen Niyâzî’ nin görünen varlığını sanma
Allah (c.c) bütün güzelliğin tek kaynağıdır. Çünkü
onda bir kötülük bulunmamaktadır. Bu yüzden bütün güzellikler ondandır.
Başımıza gelen bütün iyi tecelliler haktan, kötü olarak adlandırdığımız
tecellilerde bizim nefsimizdendir.
Niyazi Mısri hazretleri bu görünen zahiri varlığı sen
var sanma çünkü o eğretidir. Ancak gerçek vücut sahibi cenabı haktır. Varlık
denen şeyin vehimden ibaret olduğunu bilirsen ne kazandığına ne de kaybettiğine
üzülürsün denilmektedir.
Gönlü bir virânedir genc‐i pinhân andadır.
Virâne görünen gönlünde gizli definesi vardır.
Bütün hazineler viranelerde
yerin derinliklerinde değil midir? İşte arifinde hazinesi suretinde değil,
siretindedir. Çünkü o siretin özünde haktan başka bir şey yoktur.
Açıklamalar için teşekkür ve dua.....
YanıtlaSil