6 Ekim 2012 Cumartesi

Her neye baksa gözün bil sırr‐ı Sübhân andadır


Her neye baksa gözün bil sırrı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağzı Kur’ân andadır.
Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bîşek nûri Yezdân andadır.
Kesreti emvâca bakma cümle bir deryâ dürür,
Her ne mevci kim görürsün bahrı ummân andadır.
Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilmü irfân andadır.
İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vechi Rahmân andadır.
Söyleyen ol, söylenen ol, gören ol, görünen ol,
Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.
Mazharı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,
Künhü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.
Haşr u neşr ile Sırât u dûzah u mâlik azab,
Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.
Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,
Gönlü bir virânedir genci pinhân andadır.

Her neye baksa gözün bil sırrı Sübhân andadır,
Her ne işitse kulağın mağzı Kur’ân andadır.

Her nereye bakarsan bak Allah Teâlâ’nın sırrı ondadır,
Kulağın her ne işitse Kur’ân özü ondadır.

Kul her ne yöne yönelirse Hakkın yüzü oradadır.

“Ve lillahil meşriku vel mağribü fe eynema tüvellu fe semme vechüllah* innallahe vasiun alım” (Bakara 115) “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”

Bütün bu âlemin özü haktan başka bir şey değildir. Bu da ancak yine onun basireti ile algılanacak bir husustur. Bu ancak Cem makamında anlaşılır ki burada kulun kovasından zahir olan haktır. Bütün âleme kulun ağzından “benim” der. Diyende denilende o dur bu makamda. Kul bu zevkleri yine onun nazarından bakarak anlayabilir.


Kulağın her ne işitse Kur’ân özü ondadır.

Burada Kur’ân’dan murat “O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız...” İsra 44 Bütün eşya Allah Teâlâ’yı zikreder. Yani “sözle, halle, sırla” zikrederler. Bütün âlemde kelam eden haktan başkası değildir. 

“Gerek Türk gerek acem gerek Arap aç kulağın ki cümle dillerden sanadır hitap” N.Mısri

Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,
Hak gözüyle bak ki bîşek nûri Yezdân andadır.

Her şeye mahlûk gözüyle baksan o mahlûk olur,
Hakk gözüyle bak ki şüphesiz Allah Teâlâ’nın nuru ondadır.

Öze vakıf olamayanlar sadece kabuğu görür ve onun ile hüküm verirler. Nitekim şeytanda Âdem (a.s) özünün hak özünden başka bir şey olmadığını göremediği için huzuru şahaneden kovulmuştur. Mahluka mahluk gözü ile değil basiret gözü ile bakılmalıdır. Basiret gözü ile bak ki hakkın nurunun orada olduğunu gör.

“Hak gözüyle” den murat basiret nurudur. Ona can gözü ve kuvveti kalp de denir. Basiret nuru Allah Teâlâ’nın nurundan iktibasıdır. Nur üç türlüdür.
a Göz nurudur. Görür ama göstermez.
b Güneş ve kamer, ay, yıldızlar ve ateşte olan nurdur. Gösterir ama görmez.
c Allah Teâlâ’nın nurudur, hem görür hem gösterir. Bu görüp göstermek de zahir ve batın nuru Allah Teâlâ ile beraber bulunur.

Kesreti emvâca bakma cümle bir deryâ dürür,
Her ne mevci kim görürsün bahrı ummân andadır.

Çokluğun dalgalarına bakma hepsi bir deryâdır.
Her ne dalga görürsen okyanus ondadır.

“Kesreti emvâc”dan murat mahlûkatta zuhur eden ilâhî hakikatler ve isimlerdir.
“Cümle bir derya”dan murat hakîkatü’lhakâyık olan “Hakîkatı Muhammediyyedir” ki; yaratılışın evvelidir. Bu mertebede Allah Teâlâ çokluğun başlangıcıdır. Fiil, sıfat ve esmasının tecellisi mertebesi ulûhiyettir. Yaratıcılık, rızık vermek ve sair isimler kemalatın zuhuru mertebesidir. Allah Teâlâ bu ulûhiyet mertebesinde kemalatı olan zâtına verilen isimdir. Bütün eşyanın mahlûk olması bu mertebenin zuhuratındandır. Bu mertebede Allah Teâlâ’nın ismine “Allah” derler.” Allah” ismi ismi azamdır, belirlenmiş bir hakikattir ve bütün isimlerin merciidir. “her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah‘ın şânı ne kadar yücedir. Siz de Ona döneceksiniz.” Yasin 83
Her ne mevcudat var ise denizin dalgaları gibi hakîkatı Muhammediyye denizinden zahir olup bir taraftan var olurken ve bir taraftan yok olmaktadır. Bütün eşyanın varlıkları fâni ve Allah Teâlâ’nın zatiyle bakidir. Bunun için dalgalara (emvâca) hayran olup kalma, belki suretten manaya yönel. Yani bu mahlûkat âlemi mahabbeti ilâhiyye suretidir. Halkın vücudundan Allah Teâlâ’ya yönel ve onu bil. Çünkü mahlûk ilâhî kemalatın zuhurudur. Allah Teâlâ’nın bilinmesi mahlûkatın varlığı iledir.

“Allah her şeyi ihata edendir” Nisa 126







Sûfîlere göre bu ihata, zarfın içindekini ihata etmesi gibi değil, güneşin ışık ve gölgeleri, ruhun bedenleri, suyun dalgaları İhata etmesi gibidir. Allah Teâlâ buyuruyor ki; “Onlar Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O’nun avucundadır; gökler O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” Zümer 67

Yâni, Cisimlere tâbi ruhları, yoksa ruhlara tâbi cisimleri değil. Kâbız, cisimleri kabzettiği zaman ruhları da kabzetmiş demektir. Çünkü onlar o cisimlerin heykelleridir... Bütün cisimler ruhlarının arzı’dırlar. Bu yüzden ruhsuz cisim olmaz. Cisimler de ikiye ayrılır. Unsûrî ve nûrî. Tabii ki bir de tabiatları var. Allah ruhların vücudunu cisimlerin vücuduna, cisimlerin bekasını ise ruhların bekasına bağlamıştır... Buradaki kabz: tutma işi hakikatinde Allah Teâlâ’nın “Allah her şeyi ihata edendir”
ayetinin manasıdır. Bir şeyi ihata eden o şeyi kabzına almıştır. Çünkü ihata edilen şeyin bir kaçış yeri kalmamıştır. Aksi halde bu ihata olmaz ve o kişi de Muhît olmaz. Bütün bunlar demek oluyor ki Allah Teâlâ’dan başka, hiçbir mümkün varlık yok ki esmâi hüsnâ denilen ilâhî nispetler ve Rabbânî hakikatler ile irtibatlı olmasın. Bütün (Küllî) mümkünler hakîkatı ilâhiyye’nin kabzasındadırlar. Ve zaten ‘bütün’ (Küll) bile kabzadadır”.




Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem,
Bir ilimdir ol ki kamu ilmü irfân andadır.

Birliği çoklukta bulmak, çokluğu birlikte beraber,
Bir ilimdir ki, bu bütün ilim ve irfân ondadır.

Âlemin iki türlü idraki vardır. Kesret ve Vahdet, Zahir ve batın olarak kavramların idraki yalnız Allah’ın bir lütfu olarak Hikmetle mümkün olmaktadır.

Hepimiz pek çok kez gözlemişizdir. Özellikle sezon sonlarında birçok iş yeri vitrinlerinin camlarına reklâm amaçlı "indirim, ucuzluk, kampanya" vs. gibi uzaktan
İnsanların dikkatini çeken çeşitli yazılar yazarlar. Gözümüze çarpan bu vitrinlerin
Yanına yaklaştığımızda ve camın iç tarafına baktığımızda, yakın olduğumuz camın ve üzerindeki çarpıcı yazıların artık hiç farkına varmayız. Çünkü vitrin içindeki eşya İle meşgul olan zihnimizden artık cam silinmiş ve var olmasına rağmen sanki gözümüzden kaybolmuştur. Aslında buna hiç dikkat etmeyiz, üzerinde hiç düşünmeyiz bile, zihnimiz bunu otomatik bir alışkanlıkla yapar. Bu örnekten de anlaşılıyor ki; insan idrakinin yaratılışından gelen doğal bir zorunlulukla aynı anda  "hem içi,  hem dışı" veya "hem yakını, hem uzağı" görebilmesi/
seçebilmesi/kavrayabilmesi imkânsızdır.




İşte bunun gibi Hakk’ın tecellilerinin bir aynası olan bu âlemin de zahir ve Batın yani görünen ve görünmeyen iki veçhesi vardır.  İçinde yaşadığımız bu âlem şahadet âlem’idir; yani görünen bir âlemdir ve bu âlemin yapısı çokluktan oluşmuştur. Bu çokluk/kesret Vâhid’in zati isimleri ve taayyünleri aracılığı ile kendini izhar etmesinden kaynaklanmaktadır.  Bu nedenle Hakk’ın sayısız sınırlı suretleri olarak karşımıza çıkan eşya gözümüzü kamaştırmamalı "mahlûkatın Hakk’da müşahede edilmesi" olarak değerlendirilmelidir. Buna "Vahdet’te kesreti görmek" de diyebiliriz.
"Kesrette Vahdet’i görmek" ise; zahiri, yaratılmışları göz önünde tutmaksızın dikkati yalnızca Hakk’a yöneltmek demektir. Bu tıpkı bir Karagöz perdesinin arkası gibidir.  Perdenin önü Kesret, arkası ise Vahdet’tir. Perdenin yalnız önünü görenlerin gözü Hacîvad’a, Karagöz’e, Zenne’ye, Bebe Ruhi’ye, Tuzsuz Bekir'e, vb... takılıdır ve perdenin ardı akıllarına gelmez. Perdenin arkasını bilenler ise sahnenin önünde olsalar bile bütün bu çokluğun ardındaki gerçeği yani "Kesrette vahdet’i" idrak etmenin zevki ve mutluluğu içerisindedirler. Gözlerinden halk silinmiş, yalnızca Hakk kalmıştır.

Fakat ideal olan yalnızca ne  "kesrette Vahdet’i",  ne de  "Vahdet’te kesreti" görmek değil bunların her ikisini birleştirecek/toplayacak bir anlamda "cem’ül cem" edecek bir kemal bakışına erişmektir.



Sadece hikmet sahipleri akıllarını isabet ve dirayetle kullanıp, varlığın sırrını yakalamada ve eşyayı olması gereken yere koymada yetenek, feraset ve basiret sahipleridir. Bu nedenle olacak ki, Niyazî Mısrî şöyle demektedir:

"Kesreti vahdette görmek, vahdeti kesrette hem,
  Bir ilimdir ol ki cümle irfân andadır."

Mi'râc, kesrette Vahdet’i görmenin en mükemmeli, Mi'râc’tan tekrar insanların dünyasına dönmek de Vahdet’te kesreti müşahedenin zirvesidir. Bize düşense yine Niyazî Mısrî’nin dilinden şöyle niyaz etmektir:

" Her nere varsam yakar bu canımı aşk ateşi,
  Yana yana külli pür nâr olmuşum Yâ Rab meded.

   Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana,
   Kesret içre bend-i ağyâr olmuşum Yâ Rab meded."
   
Tıpkı gözü dükkânın vitrininin camekânına takılıp da vitrinin içini görmeyen ama dükkâna yaklaştığı  (kurbiyyet  kesbettiği)  zaman  da  vitrinin  camekânının  idrakinden yoksun olan kişi gibi, insan da bu Mükevvenât'ın a'râzına (Kesret'e) takıldığı zaman Zat’ı ve Zat’a kurbiyyet kesbettiğinde de a'râzı göremez. Hakîm kimse odur ki istediği zaman idrakine Kesret'i,  istediği zaman da idrakine Vahdet'i hâkim kıldırabilsin.
  

İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vechi Rahmân andadır.

İbret ile altı yönden görünen eşyâya bak,
Bütün eşya bir aynadır hepsinde Rahman’ın yüzü ondadır.

Eşyanın hakikati Allah’ın nurudur ki oda bütün âlemde ayandır. Ancak basiret sahipleri bunu görebilirler.

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz
Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz

Yunus Emre

Yunus Emre’nin bu dizelerinde de görüldüğü gibi bütün eşya ona bir aynadır her ne cihetten bakılırsa o oradadır.







Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.
Mazharı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,

Her ne var güzel ve kötü, bil ki cânân andadır.
Şüphesiz veli Âdem yüzü tam zuhurat yeridir.

“Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O’nundur.” Taha 6

İyilik kötülük bize göredir. Allah Teâlâ katında kötülük ve iyilik yoktur. Bizler başımıza gelen olayları kendi zannımızca iyilik veya kötülük olarak adlandırırız. Fakat hakikatte sadece tecelli vardır. Ve tecellilerin cümlesi Allah’tandır.  Âdem’in yüzü hakkın yüzüdür. Çünkü Allah (c.c) Hz. Âdem’i kendi nurundan yaratmıştır. İnsanın yüzü vechullahtır.

Künhü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.
Haşr u neşr ile Sırât u dûzah u mâlik azab,

Her şeyin aslı, zâtı ve sıfâtı hep onunladır.
Haşr, neşr ile Sırât ve cehennem ve azab bekçisi mâlik (ondadır)

“Allah Teâlâ birdir, ortağı yoktur cisim değildir, zira cisim parçaların birleşmesiyle meydana gelir. Cevher değildir, çünkü cevher uzayda yer kaplayandır. Hâlbuki Allah Teâlâ yer kaplamaktan (bir yerde bulunmaktan) münezzehtir, aksine her yerin ve yer kaplayanın yaratıcısıdır. Araz değildir, zira araz iki zamanda bulunmaz (bir zaman diliminden fazla varlığını sürdüremez).
Allah Teâlâ bakiliği (sürekliliği) zorunlu olandır. Ne birleşir, ne ayrılır, ne de parçası vardır.”  Her şey ondandır. Mutlak vahdet ondandır.

Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.
Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,

Rıdvân, cennet, huri ve gılmân ondadır.
Şu an sen Niyâzî’ nin görünen varlığını sanma

Allah (c.c) bütün güzelliğin tek kaynağıdır. Çünkü onda bir kötülük bulunmamaktadır. Bu yüzden bütün güzellikler ondandır. Başımıza gelen bütün iyi tecelliler haktan, kötü olarak adlandırdığımız tecellilerde bizim nefsimizdendir.

Niyazi Mısri hazretleri bu görünen zahiri varlığı sen var sanma çünkü o eğretidir. Ancak gerçek vücut sahibi cenabı haktır. Varlık denen şeyin vehimden ibaret olduğunu bilirsen ne kazandığına ne de kaybettiğine üzülürsün denilmektedir.


Gönlü bir virânedir genci pinhân andadır.

Virâne görünen gönlünde gizli definesi vardır.

Bütün hazineler viranelerde yerin derinliklerinde değil midir? İşte arifinde hazinesi suretinde değil, siretindedir. Çünkü o siretin özünde haktan başka bir şey yoktur. 

1 yorum: